3 Aralık 2008 Çarşamba

NEFS NEDİR? NEFS TERBİYESİ

Sual: Nefsimizin mahiyeti nedir?
CEVAP
Allah-u Teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalp ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dinimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akıl ve nefs dimağımızda, kalp, yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde bulunması gibidir. Peygamberler ve veliler hariç, herkesin nefsi çok kötüdür. Bu kötü nefse, “nefs-i emmare" denir ki, “kötülüklere sürükleyen nefs” demektir.

İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan da nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar. Onun için nefsin, “emmare”likten temizlenmesi gerekir. Çünkü nefs kâfirdir, daima Allah-u Teâlâ’ya isyan etmek ister.

Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir. Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare ise kaplan gibidir, saldırması ancak öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak gerekir.

İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
Nefsin terbiyesi zaruridir. Hadis-i şerifte “
İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir…” buyuruldu. Kur'an-ı Kerim’de de mealen, “Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri emreder” buyruluyor. (Yusuf-53)

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır. Hadis-i şeriflerde,
“Asıl kahraman, nefsini yenendir”, “Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gerekli olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir” buyuruldu. Hazret-i Âişe validemiz, “İnsan Rabbi’ni ne zaman tanır?” diye sual edince Peygamber Efendimiz(SAV), “Nefsini tanıdığı zaman” buyurdu. (Edeb-üd-dünya)

Nefsi Terbiye Etmek

Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur:
1- Riyazet,
2- Mücahede.

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.

Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin emirlerine uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.

Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de dinimize uymakla olur. Dinimize uymak için ihlas gerekir. İhlas; işleri, ibadetleri, Allah-u Teâlâ emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmesi ile, yani Allah ismini çok söylemesi ile ihlas hasıl olur. Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İnsanda kötü vasıfları toplayan nefsle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte “Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir” buyuruldu. Peygamber Efendimiz(SAV) bir savaştan dönünce “
Küçük cihaddan büyük cihada döndük” buyurdu. Eshab-ı kiram, “Ya Rasulallah, büyük cihad nedir?” diye sual edince, Peygamber Efendimiz(SAV), “Nefsle cihaddır” buyurdu. (Deylemi)

Nefsi her zaman aşağılamak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: ”
Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden de dinini aşağılamış olur.” [Ebu Nuaym]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Nefs-i emmare, dine inanmaz. Bunun için nefsi tezkiye etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak gerekir. Şems suresinde “
Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalalette bırakan zarar etti” buyuruldu. Bakara suresinin “Kalplerinde hastalık vardır” âyet-i kerimesi ile bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe hakiki iman ele geçmez. Kalbi hasta olanın imanı, imanın suretidir. Nefsini temizleyen hakiki imana kavuşur. Yunus suresinin, “Allah-u Teâlâ’nın evliyası için azap korkusu, nimetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur” mealindeki âyet-i kerimesindeki müjde, hakiki imana kavuşanlar içindir.

Herkesin nefsi, baş olmak sevdasındadır. Başkasının emri altına girmeyi asla istemez. Nefsin bu arzusu ilah olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demektir. Allah’a ortak olmak ister. Daha da ileri giderek bizzat ilah olmak ister. Hadis-i kudside Allah-u Teâlâ, “
Nefsine düşmanlık et, çünkü nefsin, benim düşmanımdır” buyuruyor. Demek ki nefsin isteklerine boyun eğmek, Allah-u Teâlâ’nın düşmanına yardım etmektir. Bu ise ne korkunç bir afettir. Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından vazgeçmez.

Nefsi temizlemek için en tesirli ilaç, kelime-i tevhidi söylemektir. Dışarıdan gelen kötü istekler, şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalıktır. Küçük bir ilaç ile kolayca giderilebilir, çünkü: “
Şeytanın aldatması elbette zayıftır.”[Nisa-76]

Nefsi kötülüklerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "En üstün cihad, nefs ile yapılan cihaddır."[İ.Neccar]

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı(Allah’ı tanımak) kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanları, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. Peygamber Efendimiz(SAV) “Yarın yaparım diyen aldandı” buyurdu. Allah-u Teâlâ, insanları ve cinleri marifetullaha ve Allah’ın rızasına, sevgisine kavuşmaları için yarattı. Nefslerimizin arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? İnsanın, Allah-u Teâlâ'nın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman nefsin arzularıdır. Bu arzular bitip tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. “Maksudun, mabudundur” buyuruluyor. Maksadın, arzun ne ise, ilahın odur. “Nefslerinin arzularını ilah edinenler” âyet-i kerimesi, bunun vesikasıdır. “Marifetullah, Allah-u Teâlâ’nın zatını ve sıfatlarını tanımaktır. Zatını tanımak, anlaşılmayacağını anlamaktır.

Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allah-u Teâlâ ile kul arasında en büyük perdedir. (Ebu Bekr Tamsitani)
İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır. (Sehl bin Ab. Tüsteri)
Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre girebilir veya haram işlemeye başlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler."[Taberani]

Tefsir-i Azizi’de buyuruluyor ki:
Allah-u Teâlâ’nın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin felakete sürüklenmesine mani olmak istedi. Hem nefsin arzularına uymayı sınırlayan, hem de nefsi temizleyip emmarelikten yani aşırı, taşkın olmaktan kurtaran emirler ve yasaklar gönderdi. Bir insan, işlerini yaparken İslam dinine uyarsa nefsi emmarelikten kurtulup mutmainne olur. Bu zaman şehveti ve gadabı faydalı olarak çalıştırır. Bu bakımdan nefse uymak tatlı gelir. Dine uymak ise bu arzuları frenlediği için acı, zor gelir. Akl-ı selim sahibi olan nefsine uymaz, İslam dinine uyar. Aklını dinlemeyen kimse ise nefsine uyar.

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
İslamiyet, nefsin arzusu olan şehvet ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hakim olup, dine uygun kullanılmasını emreder. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmesi değil, bunları terbiye ederek kendilerinden faydalanması gerektiği gibidir. Yani şehvet ve gadap, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidir. Bu ikisi olmadıkça ahiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanmak için terbiye ederek dine uygun kullanılmaları gerekir. Riyazet, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir.

Nefsin Arzuları

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Allah-u Teâlâ, “Şehvetlerinizi,(yani nefsin arzularını) haramlardan almamaya uğraşın ve bu cihadda sebat edin, dayanın” buyuruyor. Bunun içindir ki aklı olanlar, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefs ile alışverişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticarette kâr Cennet, zarar da Cehennemdir. Yani kârı ebedi saadet, ziyanı da sonsuz felakettir. Akıllılar, nefslerini ticaretteki ortak yerine koyup, gerekli nasihati yapmışlardır. Bunlardan altısı şöyle:

1- Ticaret ortağı, insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bazen de hıyanet yapınca düşmanı olur. Halbuki dünyada kazanılan şeyler geçicidir. Aklı olan buna kıymet vermez. Asi nefsimiz, emirleri yapmak istemez ise de, riyazet yapmak, istediklerini vermemek ona tesir eder. İşte nefs muhasebesi böyle olur. Rasulullah Efendimiz(SAV), “
Akıllı, ölmeden önce hesabını gören, ölümden sonra kendine yarayacak şeyleri yapan kimsedir” ve “Yapacağın her işi önce düşün, Allah-u Teâlâ’nın razı olduğu, izin verdiği bir iş ise onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!” buyurdu.

2- Nefsi kontrol edip, ondan gafil olmamalı! Ondan gafil olunursa, kendi şehvetine ve tembelliğine döner. Allah-u Teâlâ’nın, her yaptığımız, her düşündüğümüz şeyi bildiğini unutmamalıyız. Bunu hatırlayanın, işleri ve düşünceleri edepli olur. Zaten buna inanmayan kâfirdir. İnanıp da yapmamak ise büyük felakettir.

3-
Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kâr ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlar, kâr da nafilelerdir. Ziyan ise, günahlardır.

4-
Nefsin kusurları görülüp ona ceza verilmez ise cesaret bulur, şımarır, kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yemiş ise ceza olarak aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise iyi mubahlara baktırmamalı, hep böyle ceza vermelidir!

5-
Büyükler, nefsleri kabahat yapınca ceza olarak çok ibadet ederlerdi. Mesela bazısı, bir namazda cemaate yetişemeseydi bir gece uyumazdı. İbadetleri seve seve yapamayan kimseye en iyi ilaç, salih bir zatın yanında bulunmaktır.

6-
Nefsi azarlamalı. Nefs, yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur, tembeldir ve şehvetlerine kavuşmak ister. Dinimiz, nefsimizi bu huyundan vazgeçirmeyi emrediyor. Bu vazifeyi başarmak için onu bazen okşamak, bazen zorlamak ve bazen söz ile, iş ile idare etmek gerekir. Çünkü nefs öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşarken rastlayacağı güçlüklere sabreder. Nefsin saadete kavuşmaya mani olan en büyük perdesi, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılıp saadetinin nelerde olduğu gösterilirse kabul eder. Zira Allah-u Teâlâ “Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir” buyurdu.(Zariyat-55)

Kalp, ruh ile nefs arasındaki bir köprü gibidir. Marifetler, feyzler, kalbe ruh vasıtası ile gelir. Kalp, his organlarına da bağlıdır. His organları ne ile meşgul olursa, kalp ona bağlanır. İnsan güzel bir şey görünce, güzel bir ses duyunca, kalp bunlara bağlanır. Ruha veya nefse tatlı gelenleri sever. Bu sevgi insanın elinde olmaz. “Güzel, tatlı” demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir.
İnsan, çok defa hakiki güzelliği anlayamaz. Nefse güzel gelen ile, ruha güzel geleni karıştırır. Ruh kuvvetli ise, gerçek güzelliği anlayıp onu sever, bağlanır. Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler, evliyanın sözleri gibi kıymetli şeyler aslında güzeldir, çok tatlıdır. Kalbin nefse bağlılığı azalıp nefsin elinden kurtulunca, bunları okuduğu, duyduğu zaman, bunların güzelliğini anlar ve bağlanır da insanın haberi olmaz. İbadetleri yapınca Allah-u Teâlâ’yı sever. Kalbi, nefsin elinden kurtarmak için nefsi ezmek, kalbi kuvvetlendirmek gerekir. Bu da, Rasulullah Efendimiz(SAV)’e uymakla olur.
-
Sual: İnsanlarda nefs olmasaydı ne olurdu?
CEVAP
Nefse uyan kimse, hep İslamiyet’in dışına çıkar. Hayvanlarda akıl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar. İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için gereken şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor. İslam dini, insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor, nefse uymayı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı insan, yaşaması ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olma yolu kapalı kalırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Ahirette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için et bulamazdınız!” [Beyheki]

Yani hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı, yemekten, içmekten kesilirlerdi, bir deri bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvanlar gibi korkudan yiyemez, içemez, yaşayamazlardı. İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir, hem de zehirli ilaç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helak olur.
İslamiyet, nefsin helak edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini emretmektedir. İnsanlarda nefs olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hasıl olurdu. Halbuki, beden birçok şeylere muhtaçtır. Yemek, içmek, uyumak, istirahat etmek gerekir. Süvariye hayvan gerektiği gibi, insana da beden gerekir. Hayvana bakmak gerektiği gibi, bedene hizmet etmek de gerekir. İbadetler beden ile yapılmaktadır.

Hiç yorum yok: