3 Aralık 2008 Çarşamba

NEFS NEDİR? NEFS TERBİYESİ

Sual: Nefsimizin mahiyeti nedir?
CEVAP
Allah-u Teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalp ve nefs. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dinimizin bildirmesi ile anlıyoruz. Akıl ve nefs dimağımızda, kalp, yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde bulunması gibidir. Peygamberler ve veliler hariç, herkesin nefsi çok kötüdür. Bu kötü nefse, “nefs-i emmare" denir ki, “kötülüklere sürükleyen nefs” demektir.

İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Daha sonra kötü arkadaş ve şeytan gelir. Kötü arkadaş ve şeytan da nefse tesir ederek insana zarar vermeye çalışırlar. Onun için nefsin, “emmare”likten temizlenmesi gerekir. Çünkü nefs kâfirdir, daima Allah-u Teâlâ’ya isyan etmek ister.

Şeytan, verdiği vesveseye insanın uymadığını görünce bundan vazgeçer, başka bir vesvese verir. Âlimler, şeytanı köpeğe benzetmiştir. Köpek kovalanınca kaçar ise de, başka taraftan yine gelir. Nefs-i emmare ise kaplan gibidir, saldırması ancak öldürmekle biter. Nefsimiz de ölünceye kadar yakamızı bırakmaz. Bunun için nefsi tanımak ve zararlarından korunmak gerekir.

İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
Nefsin terbiyesi zaruridir. Hadis-i şerifte “
İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir…” buyuruldu. Kur'an-ı Kerim’de de mealen, “Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri emreder” buyruluyor. (Yusuf-53)

Nefsini terbiye edemeyen, ona uyan acizdir, ahmaktır. Hadis-i şeriflerde,
“Asıl kahraman, nefsini yenendir”, “Aklın alameti, nefse galip ve hakim olmak ve öldükten sonra gerekli olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti nefse uyup, Allah’tan af ve merhamet beklemektir” buyuruldu. Hazret-i Âişe validemiz, “İnsan Rabbi’ni ne zaman tanır?” diye sual edince Peygamber Efendimiz(SAV), “Nefsini tanıdığı zaman” buyurdu. (Edeb-üd-dünya)

Nefsi Terbiye Etmek

Nefs-i emmare ile cihad, iki yolla olur:
1- Riyazet,
2- Mücahede.

Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.

Nefs, dünya zevklerine, lezzetlerine düşkündür. Bunların iyi, fena, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzuları, dinimizin emirlerine uygun olmaz. Dinimizin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha beterini yaptırmak ister. Fena, zararlı şeyleri iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanmaması için kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak gerekir.

Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de dinimize uymakla olur. Dinimize uymak için ihlas gerekir. İhlas; işleri, ibadetleri, Allah-u Teâlâ emrettiği için yapmaktır. Kalbin zikretmesi ile, yani Allah ismini çok söylemesi ile ihlas hasıl olur. Dinimize uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin dinimize uymasını istemez.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İnsanda kötü vasıfları toplayan nefsle cihad etmek, onu kırmak gerekir. Hadis-i şerifte “Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir” buyuruldu. Peygamber Efendimiz(SAV) bir savaştan dönünce “
Küçük cihaddan büyük cihada döndük” buyurdu. Eshab-ı kiram, “Ya Rasulallah, büyük cihad nedir?” diye sual edince, Peygamber Efendimiz(SAV), “Nefsle cihaddır” buyurdu. (Deylemi)

Nefsi her zaman aşağılamak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: ”
Nefsini zelil eden, dinini aziz etmiş, nefsini aziz eden de dinini aşağılamış olur.” [Ebu Nuaym]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Nefs-i emmare, dine inanmaz. Bunun için nefsi tezkiye etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak gerekir. Şems suresinde “
Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalalette bırakan zarar etti” buyuruldu. Bakara suresinin “Kalplerinde hastalık vardır” âyet-i kerimesi ile bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe hakiki iman ele geçmez. Kalbi hasta olanın imanı, imanın suretidir. Nefsini temizleyen hakiki imana kavuşur. Yunus suresinin, “Allah-u Teâlâ’nın evliyası için azap korkusu, nimetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur” mealindeki âyet-i kerimesindeki müjde, hakiki imana kavuşanlar içindir.

Herkesin nefsi, baş olmak sevdasındadır. Başkasının emri altına girmeyi asla istemez. Nefsin bu arzusu ilah olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demektir. Allah’a ortak olmak ister. Daha da ileri giderek bizzat ilah olmak ister. Hadis-i kudside Allah-u Teâlâ, “
Nefsine düşmanlık et, çünkü nefsin, benim düşmanımdır” buyuruyor. Demek ki nefsin isteklerine boyun eğmek, Allah-u Teâlâ’nın düşmanına yardım etmektir. Bu ise ne korkunç bir afettir. Dinin bütün emir ve yasakları nefsi ezmek, taşkınca isteklerini önlemek içindir. Dine uyuldukça nefsin istekleri azalır. Nefs, temizlenmedikçe, üstünlük sevdasından vazgeçmez.

Nefsi temizlemek için en tesirli ilaç, kelime-i tevhidi söylemektir. Dışarıdan gelen kötü istekler, şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalıktır. Küçük bir ilaç ile kolayca giderilebilir, çünkü: “
Şeytanın aldatması elbette zayıftır.”[Nisa-76]

Nefsi kötülüklerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "En üstün cihad, nefs ile yapılan cihaddır."[İ.Neccar]

Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı(Allah’ı tanımak) kazanmayı, hayal olan ömrün sonuna bırakıyoruz. En şerefli olan zamanları, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. Peygamber Efendimiz(SAV) “Yarın yaparım diyen aldandı” buyurdu. Allah-u Teâlâ, insanları ve cinleri marifetullaha ve Allah’ın rızasına, sevgisine kavuşmaları için yarattı. Nefslerimizin arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? İnsanın, Allah-u Teâlâ'nın marifetine kavuşmasına mani olan en kuvvetli düşman nefsin arzularıdır. Bu arzular bitip tükenmez. Hepsi de çok zararlıdır. “Maksudun, mabudundur” buyuruluyor. Maksadın, arzun ne ise, ilahın odur. “Nefslerinin arzularını ilah edinenler” âyet-i kerimesi, bunun vesikasıdır. “Marifetullah, Allah-u Teâlâ’nın zatını ve sıfatlarını tanımaktır. Zatını tanımak, anlaşılmayacağını anlamaktır.

Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allah-u Teâlâ ile kul arasında en büyük perdedir. (Ebu Bekr Tamsitani)
İbadetlerin en kıymetlisi, nefse uymamaktır. (Sehl bin Ab. Tüsteri)
Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre girebilir veya haram işlemeye başlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Hasislik, nefse uymak ve kendini beğenmek felakete sürükler."[Taberani]

Tefsir-i Azizi’de buyuruluyor ki:
Allah-u Teâlâ’nın merhameti sonsuz olduğundan, nefsin felakete sürüklenmesine mani olmak istedi. Hem nefsin arzularına uymayı sınırlayan, hem de nefsi temizleyip emmarelikten yani aşırı, taşkın olmaktan kurtaran emirler ve yasaklar gönderdi. Bir insan, işlerini yaparken İslam dinine uyarsa nefsi emmarelikten kurtulup mutmainne olur. Bu zaman şehveti ve gadabı faydalı olarak çalıştırır. Bu bakımdan nefse uymak tatlı gelir. Dine uymak ise bu arzuları frenlediği için acı, zor gelir. Akl-ı selim sahibi olan nefsine uymaz, İslam dinine uyar. Aklını dinlemeyen kimse ise nefsine uyar.

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
İslamiyet, nefsin arzusu olan şehvet ve gadabın yok edilmesini değil, her ikisine hakim olup, dine uygun kullanılmasını emreder. Süvarinin atını ve avcının köpeğini yok etmesi değil, bunları terbiye ederek kendilerinden faydalanması gerektiği gibidir. Yani şehvet ve gadap, avcının köpeği ve süvarinin atı gibidir. Bu ikisi olmadıkça ahiret nimetleri avlanamaz. Fakat, bunlardan faydalanmak için terbiye ederek dine uygun kullanılmaları gerekir. Riyazet, bu iki sıfatı yok etmek için değil, terbiye edip dine uymalarını sağlamak içindir.

Nefsin Arzuları

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Allah-u Teâlâ, “Şehvetlerinizi,(yani nefsin arzularını) haramlardan almamaya uğraşın ve bu cihadda sebat edin, dayanın” buyuruyor. Bunun içindir ki aklı olanlar, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefs ile alışverişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticarette kâr Cennet, zarar da Cehennemdir. Yani kârı ebedi saadet, ziyanı da sonsuz felakettir. Akıllılar, nefslerini ticaretteki ortak yerine koyup, gerekli nasihati yapmışlardır. Bunlardan altısı şöyle:

1- Ticaret ortağı, insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bazen de hıyanet yapınca düşmanı olur. Halbuki dünyada kazanılan şeyler geçicidir. Aklı olan buna kıymet vermez. Asi nefsimiz, emirleri yapmak istemez ise de, riyazet yapmak, istediklerini vermemek ona tesir eder. İşte nefs muhasebesi böyle olur. Rasulullah Efendimiz(SAV), “
Akıllı, ölmeden önce hesabını gören, ölümden sonra kendine yarayacak şeyleri yapan kimsedir” ve “Yapacağın her işi önce düşün, Allah-u Teâlâ’nın razı olduğu, izin verdiği bir iş ise onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!” buyurdu.

2- Nefsi kontrol edip, ondan gafil olmamalı! Ondan gafil olunursa, kendi şehvetine ve tembelliğine döner. Allah-u Teâlâ’nın, her yaptığımız, her düşündüğümüz şeyi bildiğini unutmamalıyız. Bunu hatırlayanın, işleri ve düşünceleri edepli olur. Zaten buna inanmayan kâfirdir. İnanıp da yapmamak ise büyük felakettir.

3-
Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermayeyi, kâr ve zarardan ayırmalıdır. Sermaye farzlar, kâr da nafilelerdir. Ziyan ise, günahlardır.

4-
Nefsin kusurları görülüp ona ceza verilmez ise cesaret bulur, şımarır, kendisi ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yemiş ise ceza olarak aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise iyi mubahlara baktırmamalı, hep böyle ceza vermelidir!

5-
Büyükler, nefsleri kabahat yapınca ceza olarak çok ibadet ederlerdi. Mesela bazısı, bir namazda cemaate yetişemeseydi bir gece uyumazdı. İbadetleri seve seve yapamayan kimseye en iyi ilaç, salih bir zatın yanında bulunmaktır.

6-
Nefsi azarlamalı. Nefs, yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur, tembeldir ve şehvetlerine kavuşmak ister. Dinimiz, nefsimizi bu huyundan vazgeçirmeyi emrediyor. Bu vazifeyi başarmak için onu bazen okşamak, bazen zorlamak ve bazen söz ile, iş ile idare etmek gerekir. Çünkü nefs öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşarken rastlayacağı güçlüklere sabreder. Nefsin saadete kavuşmaya mani olan en büyük perdesi, gafleti ve cehaletidir. Gafletten uyandırılıp saadetinin nelerde olduğu gösterilirse kabul eder. Zira Allah-u Teâlâ “Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir” buyurdu.(Zariyat-55)

Kalp, ruh ile nefs arasındaki bir köprü gibidir. Marifetler, feyzler, kalbe ruh vasıtası ile gelir. Kalp, his organlarına da bağlıdır. His organları ne ile meşgul olursa, kalp ona bağlanır. İnsan güzel bir şey görünce, güzel bir ses duyunca, kalp bunlara bağlanır. Ruha veya nefse tatlı gelenleri sever. Bu sevgi insanın elinde olmaz. “Güzel, tatlı” demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir.
İnsan, çok defa hakiki güzelliği anlayamaz. Nefse güzel gelen ile, ruha güzel geleni karıştırır. Ruh kuvvetli ise, gerçek güzelliği anlayıp onu sever, bağlanır. Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler, evliyanın sözleri gibi kıymetli şeyler aslında güzeldir, çok tatlıdır. Kalbin nefse bağlılığı azalıp nefsin elinden kurtulunca, bunları okuduğu, duyduğu zaman, bunların güzelliğini anlar ve bağlanır da insanın haberi olmaz. İbadetleri yapınca Allah-u Teâlâ’yı sever. Kalbi, nefsin elinden kurtarmak için nefsi ezmek, kalbi kuvvetlendirmek gerekir. Bu da, Rasulullah Efendimiz(SAV)’e uymakla olur.
-
Sual: İnsanlarda nefs olmasaydı ne olurdu?
CEVAP
Nefse uyan kimse, hep İslamiyet’in dışına çıkar. Hayvanlarda akıl ve nefs olmadığı için, ihtiyaçlarını bulunca kullanırlar. Yalnız bedenlerine zarar veren, kendilerini inciten şeylerden kaçarlar. İslam dini, rahat ve huzur içinde yaşamak için gereken şeylerden ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor. İslam dini, insanların dünyada da, ahirette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor, nefse uymayı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı insan hep nefsine uyar, felaketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı insan, yaşaması ve medeni hayat için çalışmasında kusur ederdi. Nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Meleklerden daha üstün olma yolu kapalı kalırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Ahirette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için et bulamazdınız!” [Beyheki]

Yani hayvanlar ahiretteki azapların korkusundan dolayı, yemekten, içmekten kesilirlerdi, bir deri bir kemik kalırlardı. İnsanlarda nefs olmasaydı, hayvanlar gibi korkudan yiyemez, içemez, yaşayamazlardı. İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir, hem de zehirli ilaç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helak olur.
İslamiyet, nefsin helak edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini emretmektedir. İnsanlarda nefs olmasaydı, insanlık kalmaz, meleklik hasıl olurdu. Halbuki, beden birçok şeylere muhtaçtır. Yemek, içmek, uyumak, istirahat etmek gerekir. Süvariye hayvan gerektiği gibi, insana da beden gerekir. Hayvana bakmak gerektiği gibi, bedene hizmet etmek de gerekir. İbadetler beden ile yapılmaktadır.

KOZMETİK ÜRÜNLERİNİN YARARLARI

Kamuya açık yerlerde ve tüm kamu kurumlarının tuvaletlerinde, ekonomik olduğu için sıvı sabunlar kullanılmakta. Sıvı sabun, elinizdeki açık yaralara temas ettiğinde %100 cilt kanseri riski taşıdığını ve Ankara Onkoloji Hastanesi'ne yapılan başvurularda son 4 yılda "Cilt Kanseri" hastalarının sayısının %94 arttığını biliyor musunuz?

Kozmetik ürünlerinin "yararları" üzerine ABD Ulusal Meslekî Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü'nün yaptığı araştırma, konunun vehametinin ne boyutlara ulaştığını çok çarpıcı bir biçimde gösteriyor.

Güzelliğin Bedeli Ağır

ABD Ulusal Meslekî Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü'nün yaptığı bir araştırma, kozmetiklerde 800'den fazla zararlı kimyevî madde bulunduğunu ortaya çıkardı. Kozmetiklerde kullanılan 2 bin 983 kimyevî madde üzerinde yapılan araştırma sonucunda, bunların 884'ünün toksik(zehirli) olduğu belirlendi. Bu maddelerden 774'ünün yüksek derecede zehirlenmelere, 146'sının tümörlere, 218'inin üreme bozukluğuna, 314'ünün mutasyona ve 376'sının deri ve göz rahatsızlıklarına sebep olduğu açıklandı. Bu arada, kozmetik ürünlerin mesane ve kan kanseri(lösemi) gibi hastalıklara yol açabileceği, saç boyası kullanan kadınların bu hastalıklara yakalanma risklerinin, kullanmayanlara oranla %70 daha fazla olduğu kaydedildi. Öte yandan, parfümlerin içinde bulunan kimyevî maddelerin, sinir sistemi bozukluğu, nefes düzensizliği ve alerjik reaksiyonlara yol açabildiği tespit edildiABD Ulusal Meslekî Güvenlik ve Sağlık Enstitüsü'nün yaptığı bir araştırma, kozmetiklerde 800'den fazla zararlı kimyevî madde bulunduğunu ortaya çıkardı. Kozmetiklerde kullanılan 2 bin 983 kimyevî madde üzerinde yapılan araştırma sonucunda, bunların 884'ünün toksik(zehirli) olduğu belirlendi. Bu maddelerden 774'ünün yüksek derecede zehirlenmelere, 146'sının tümörlere, 218'inin üreme bozukluğuna, 314'ünün mutasyona ve 376'sının deri ve göz rahatsızlıklarına sebep olduğu açıklandı. Bu arada, kozmetik ürünlerin mesane ve kan kanseri(lösemi) gibi hastalıklara yol açabileceği, saç boyası kullanan kadınların bu hastalıklara yakalanma risklerinin, kullanmayanlara oranla %70 daha fazla olduğu kaydedildi. Öte yandan, parfümlerin içinde bulunan kimyevî maddelerin, sinir sistemi bozukluğu, nefes düzensizliği ve alerjik reaksiyonlara yol açabildiği tespit edildi
.

Her kadının yılda ortalama 2 kilo kozmetik ürün kullandığı Amerika’da, Kongre’nin yaptırdığı araştırmaya göre, kozmetiklerin 800'den fazla zehirli madde ihtiva ettiğinin, ayrıca kanser, alerjik reaksiyon ve doğum kusurlarına sebep olduğunun ortaya konması, yukarıdaki haberi teyid etmektedir. Kozmetiklerin kullanıldığı vücut bölgelerinde sebep oldukları enfeksiyonlar da unutulmamalıdır.

Kozmetiklerin sağlığa zararlı olmasına -kasten olmasa da- göz yumulduğu, biraz da izin verildiği söylenebilir. Çünkü kozmetiklerin üzerinde sağlık açısından hem üretici hem de tüketiciler tarafından yiyecekler ve ilâçlar kadar çok durulmuyor.


Kozmetiklerde Kullanılan Bazı Zararlı ve Zehirli Maddeler

Sıradan bir el kreminde ne kadar çok kimyevî madde bulunduğunu hatırlatalım: Su, stearik asid, sorbitol, gliserin, C-12-15 alkil benzoat, sodyum borat TEA, alkol, dimetikon, aloe vera, phenoksi etanol, propilen glikol, quins ekstrakt, tokoferil asetat, potasyum sorbat, EDTA, alantoin, metil paraben, propil paraben, butil paraben, mentol.

Kozmetik maddelerden saç spreyleri, parfümler ve pudralar solunum yoluyla; rujlar ve sprey tarzında kullanılan bazı parfümler yutularak; göz çevresi için pazarlanan ürünler o bölgedeki ince deri ve mukoza tarafından emilerek; yine saç boyaları, kremler ve benzeri şekilde cilde uygulananları da deriden vücuda girmektedir.

Yukarıda belirtildiği gibi kozmetiklerin üretiminde kanser yapıcı ve alerjik özelliği öne çıkan yüzlerce madde kullanılmaktadır. Her kimyevî maddenin bir veya daha fazla yan tesirinin olabileceği unutulmamalıdır.


Kozmetiklerin Kanserle Bağlantısı

1970'lerden beri kuaför ve kozmetik uzmanlarında, kan ve lenf sistemlerinde miyelom, bağışıklık sistemi kanseri ve lösemi gibi kanser türlerinde artış olduğu müşahede edilmiştir. Kanser yapıcı kozmetikler arasında saç boyalarının ağırlıklı bir yeri vardır. Saç derisine çok yakın kısımlara ve saç diplerine uygulanan boyalardaki maddeler, deri tarafından emilerek kana, oradan da vücudun her yerine yayılabilmektedir. Hayvanlar üzerindeki çalışmalarda saç boyalarının kansere sebep olduğu tespit edilmiştir. Koyu renkli saç boyalarının açık renkli olanlara nispetle daha tehlikeli olduğu ileri sürülmüştür.

Saç boyası kullanımı ile lösemi riskinin yüzde 50, kullanım süresinin 16 yılın üzerine çıkmasıyla da %150 arttığı bulunmuştur. Yılda 1-4 defa saçını boyayan kadınlar hiç boyamayan kadınlara oranla %70 daha fazla yumurtalık kanseri riski taşımakta, her yıl 5 defa ve daha fazla saçını boyayan kadınlarda bu risk %100'ün üzerine çıkmaktadır. Bazı araştırmalara göre saç boyası kullanma ile lenf kanserine(non-hodgkins lymphoma) yakalanma arasında bağlantı olduğu (%50 daha fazla risk) ortaya konmuştur. Güney Kaliforniya Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, 2001 yılında sürekli saç boyası kullanımı ile mesane kanser arasında bir bağlantının olduğunu tespit etmişlerdir. 15 yıl veya daha fazla süreyle en az ayda bir defa saçlarını boyayanların diğer insanlara göre 3 misli daha fazla mesane kanserine yakalanma riski taşıdığı bulunmuştur. Aynı araştırmacılar 10 yıl veya daha fazla süre kuaförde çalışan kişilerin saç boyasına maruz kalmayanlara göre 5 kat daha fazla mesane kanseri riski taşıdığını bildirmişlerdir.

Kozmetik ve parfümlerde yaygın olarak kullanılan keton ve ksilen ihtiva eden maddeler de kansere yatkınlık yapabilmektedir.

Kozmetikler ve Enfeksiyon

Yüz kremleri ve göz civarında kullanılan kozmetiklerin mikrobik bulaşmalara sebep olduğu bilinmektedir. Bir araştırmada, belirtilen türdeki 150 kozmetik örneğinin %63 ile %75'inde orta ve yüksek derecede bakterilerin varlığı tespit edilmiştir. Bu tür kozmetikler gözün dış bölgelerindeki enfeksiyonlardan sorumludur. Ayrıca rimel çubuklarında da bakteri bulunabileceği unutulmamalıdır. Deodorantlarda kullanılan kloral hidratın vücuttaki yararlı bakterilerin ölmesine sebep olduğu ve ilgili bölgelerde enfeksiyonlara direnci kırdığı hatırlatılmaktadır.

Kozmetikler, Alerji ve Tahriş

Alerjiye sebep olan maddelerin yaklaşık üçte biri kozmetikler, vücut bakım ürünleri ve temizlik maddeleridir. Alerji, tahriş veya temas yoluyla meydana gelen cilt hastalıklarına neden olan kozmetikler arasında parfümler, saç boyaları, maskaralar, reçineli ürünler, alfa hidroksi alkol içeren tonik ve sıkılaştırıcılar, bazı temizleyiciler, cildin soyulmasını sağlayan yüz bakım ürünleri, güneş kremleri sayılabilir. Parfümlerde bitki ve hayvan menşeli olmak üzere organik-inorganik 4.000'den fazla madde kullanılır. Bazı koku verici maddeler; alerjik deri hastalıklarına, nefes darlığı ve öksürüğe, astımlı hastalarda solunum yolu tıkanmasına sebep olmaktadır. Özellikle bu sektörde çalışanlarda bu tip şikayetlere sıkça rastlanmaktadır. Doz, zehirlenmelerde önemli olmakla beraber, alerjide önemli değildir, çok küçük bir doz bile büyük reaksiyonlara sebep olabilir. Alerji, bazen kozmetik ürünün ilk kullanımında değil, birkaç kullanımdan sonra ortaya çıkabilir. Belirtileri; kaşıntı, kırmızılık, kabarma ve daha ileri safhalarda yaraların oluşmasıdır. Göz kozmetiklerindeki maddelerin veya bunların uygulanması sırasındaki travmanın sebep olduğu kornea ülserleri, gözdeki kurumalar ve göz yaralanmaları, önemsenmesi gereken problemlerdir.

Ter kokularına karşı krem, stik ve sprey formunda kullanılan deodorantlar da ihtiva ettikleri formaldehit, sülfokarbonat, petroluktum, benzoik asit ve kostik soda gibi zehirli maddeler sebebiyle derinin tahrişine ve yanmalara sebep olmaktadır. Yine deodorantlarda kullanılan kloral hidrat, ter bezlerini tıkayarak tabiî durumun bozulmasına yol açar, tabiî yağların dışarı çıkışını engeller, sonuçta sivilce ve siyah noktaların (komedon) ortaya çıkmasına sebep olur. Kirpiklerin hacmini artıran rimellerin bazılarında bulunan thimerosal adlı madde de tahriş edicidir. Özellikle yağ bazlı rimellerin temizlenmesi için yağı çözebilen temizleyiciler gerekir ki bunların alerjiye sebep olma veya tahriş etme oranları daha yüksektir.

Kozmetikler ve Diğer Sakıncalar

Kozmetikler; kanser, alerji, tahriş ve enfeksiyona direncin bozulması dışında da sağlık sakıncaları taşımaktadır. Daha ucuz ve yaygın kullanılmasının sağlanması için parfümlerin %95'i sentetik olarak petrolden elde ediliyor ki bunlar, benzen ve aldehitler ile benzeri zehirli maddelerdir. Meselâ, parfümlerde kullanılan benzoinin, farelerin lenf düğümlerinin genişlemesine, dalaklarının büyümesine ve karaciğerlerinin zarar görmesine sebep olduğu gösterilmiştir.

Parfüm yalnızca kullanıcı değil, yakınındaki migren hastaları için de menfî tesire sahiptir. Parfüm ve kolonya kokuları migren hastalarının beyninde elektrik faaliyetinin değişmesine yol açarak migren ağrılarının başlamasına sebep olabilmektedir. Parfümlerde kullanılan koku maddelerinin kişilerin hassasiyetine göre ortaya çıkardığı menfî belirtileri şöyle sıralayabiliriz: Göz yaşarması veya kuruması, çift görme, hapşırma, burun tıkanıklığı, kulak çınlaması, kulak ağrısı, baş dönmesi, öksürük, nefes darlığı, yutkunmada zorluk, astım krizi, baş ağrıları, uyumsuzluk, kısa süreli hafıza kaybı, konsantrasyon bozukluğu, mide bulantısı, endişe, çabuk kızma, huzursuzluk, isilik, kurdeşen, egzama, eklem ve kas ağrıları, kalp atışında bozukluk, hipertansiyon, lenf bezlerinde şişlik.

Deodorantlarda bulunan zehirlerden oksikunalin sülfat, merkezî sinir sistemine zarar veren bir maddedir. Yine deodorantlar cilde toz çekilmesine ve cildin çabuk kirlenmesine sebebiyet vermektedir.

Rimel veya maskara, manyetik rezonans görüntülemede beklenmedik görüntü oluşturarak yanlış yorumlara sebep olabilmektedir.

Öte yandan, parfüm hammaddelerinin %80'den fazlasının zararlı olup olmadığının test edilmediği, dolayısıyla parfüm veya benzeri maddelerin ne gibi sağlık zararlarına yol açacağını henüz tam olarak bilemediğimiz de bir gerçektir.

Kozmetiklerin Zararlarına Karşı Tedbirler

Avrupa Birliği ülkeleri, vatandaşlarının sağlık ve emniyetini koruyabilmek adına, topluluk hukukunda AB içinde üretilen veya dağıtılan bütün ürünler için genel bir emniyet şartı benimsemiştir. Kozmetik ürünlerde kullanılan, özellikle renklendiriciler, koruyucu maddeler veya mor ötesi(UV) filtreler gibi maddeler çok sıkı düzenlemelere tabi tutulmuştur. Kozmetik ürünlerde kullanılması yasaklanan yaklaşık 400 maddenin listesi düzenli olarak güncel hale getirilmektedir. Mecburî ve ayrıntılı etiketleme şartı gereğince tüketiciye yeterli bilgi sunulması istenmektedir. Meselâ, saç boyalarının kanser yapıcı ve alerjik tesirleri için alternatifleri, kına veya metal pigment boyalardır. Son yıllarda tıbbî kozmetik anlamına gelen kozmosetikler yapılmaya başlanmıştır. Bunların içlerinde nelerin olduğu, ilâçlarda olduğu gibi, tek tek belirtilmektedir. Bu ürünler hekimlerce tavsiye edildiği için nispeten tercih edilebilir.

Amerika’daki FDA gibi kuruluşlar; kozmetikleri inceler ve içlerinde neler olduğunu, kullanımı halinde nelerin olabileceğini kamuoyuna bildirirler. Gelişmekte olan ülkelerde bu tür kuruluşların eksikliği de söz konusudur. Çoğu insan sokaklardan, pazarlardan veya herhangi bir marketten, içinde ne olduğunu bilmeden ve kendisine zararlı olup olmadığı konusunda hiçbir fikri olmadan bu ürünlerden almaktadır. Bu tür ürünlerin her yerde satılması ve herkesin alması, beraberinde yukarıda kısmen belirtilen sakıncaları getirmektedir.

Sonuç

Kozmetikler, hayatımızda hak ettiğinden fazla yer tutmaktadır. Gereksiz kozmetik kullanımı, ayrıca israftır. Kozmetik ürünler sağlığa zararlı yüzlerce madde barındırmaktadır. Alışkanlık hâli ve sürekli kullanma neticesinde sağlık sakıncaları artmaktadır. İçinde ne olduğu bilinmeyen, standartların altındaki ürünlerin kullanılması bu zararları daha da artırmaktadır.

Cilt güzelliği için kullanılan ürünlerin çoğu, içinde cilde düşman maddeler bulundurduğundan tabiî cilt güzelliğinin daha erken kaybedilmesine, yani maksadının tersine sebep olmakta, dolayısıyla telâfisi için kişiyi kozmetik bağımlısı yapmaktadır.


Bu bilgiler ışığında kozmetik ürünler, gerekmedikçe kullanılmamalı, kullanma ihtiyacı hekim veya uzman tavsiyesine dayandırılmalı, kullanıldığında en azından belirli denetim standartlarına uygun olanlardan ve çok düşük miktarlarda kullanılmalı, bu tür ürünler en kısa zamanda yıkanarak vücuttan uzaklaştırılmalıdır.

KANITLARIYLA ÇALGILARIN HARAMLIĞI

Öncelikle belirtelim ki, her tür çalgı aletinin düğün gibi istisnalar hariç her koşulda haram olduklarını kanıtlarıyla ortaya koyan, en ufak bir şahsi yorum katılmamış bu bölüm, tamamı islami kaynaklardan alınmış kanıtlardan oluşmaktadır. Bu kanıtlardan sonra, ayet ve hadislere kulak tıkayıp umursamayarak çeşitli bahanelerle çalgıların mubah olduklarını savunmaya kalkanlar muhatabımız değildir. Ayetler ve hadislerin üzerine bizim söyleyecek bir sözümüz olamaz çünkü. Konuyla ilgili çok miktarda hadis-i şerif ve güvenilir ilmihal kaynaklarındaki kanıtlardan sadece az bir kısmını seçerek buraya yerleştirdik. Köşeli parantez içinde yazılanlar hadis-i şerif kaynaklarının isimleridir.

HADİS-İ ŞERİF'LERDEN KANITLAR

Bir zaman gelecek, ümmetimden bazısı, zinayı, ipek giymeyi, içki içmeyi, mizmarı(çalgıyı) helal addedecektir. [Buhari]

Cenab-ı Hak, zurna, gırnata, ud, def gibi bütün çalgı aletlerini, cahiliyet döneminde tapınılan putları kaldırmamı emretti. [İ.Ahmed]

Ceres(çan, zil), şeytanın mizmarıdır. [Müslim, Ebu Davud, Nesai]

Mizmarları(çalgıları), putları yok etmek için gönderildim. [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İ. Neccar]

İblise, “Mizmarlar(çalgılar) müezzinin, yazıların dövme, Resulün(elçin) kâhinler ve falcılardır” denildi. [İbni Ebiddünya, İbni Cerir, Taberani]

Şu 15 kötü haslet işlendiği zaman ümmetim belaya maruz kalır:
...

13- Şarkıcı kadınlar çoğalınca
14- Çalgı aletleri yayılınca
15- Sonra gelenler, önceki âlimlere lanet edip onları kötülediği zaman. [Tirmizi]

KUR'AN-I KERİM'DEN KANITLAR

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, "sesinle oynat" demenin "çalgı ile oynat" demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir. (Şeyhzade)

Lokman suresinin 6. âyetindeki "lehv-el hadis" ifadesini âlimler musiki, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbni Mesud hazretleri yemin ederek "lehv-el hadis"ten kasıt, çalgı aleti ve musiki olduğunu söylemiştir. (Tefsir-i İbni Kesir, Tefsir-i Medarik)


FETVA KİTAPLARI DA "HARAM" DİYOR

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki: “Hakim-i Tirmizi’nin Nevadiru’l Usul adındaki kitapta rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasul-i Ekrem efendimiz, "Her kim şarkı sesine kulak verirse, onun ruhanileri dinlemesine izin verilmez" buyurdu. Oradakilerden biri tarafından, "Ya Rasulallah, ruhaniler kimlerdir?" diye soruldu. Rasulullah da, "Cennet ehlinin okuyucularıdır" buyurdu. (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi)

İmam-ı Birgivi hazretleri buyuruyor ki: "Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır." (Risale-i Birgivi)

Mezhepsiz İbni Teymiye bile, “Şarkı ve müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir” demiştir. (Mecmu-ul Fetava)

Çalgı çalmanın haram olduğu, icma(İslam alimlerinin görüş birliği) ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye)

Def, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkanında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediye etmek, ariyet veya kiraya vermek günahtır. (Berika)

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. (Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı Alaiyye)

BÜYÜK İSLAM ALİMİ İMAM-I GAZALİ'NİN ESERLERİNDEN KANITLAR

Gıybet veya devamlı ipek giymek, yahut devamlı çalgı dinlemek gibi günahlara devam etmek kalbin kararmasına yol açar. (K. Saadet s.580)

Ud ve saz çalmak haramdır. (K. Saadet s.231)

Her çalgıyı çalmak ve dinlemek haramdır. Hoş olduğu, hoşa gittiği için haram değildir. Bir kimse hoşa gitmeyecek şekilde rastgele çalsa da, ustalıkla çalmasa da yine haramdır. (K. Saadet s.326)

Aşağıda ise sınırlı sayıda çalgının mübah olduğu özel durumlar anlatılıyor.

Düğünlerde def çalmak ve teganni etmek mubahtır. (K.Saadet s.323)

Hacılar uğurlanırken ve askerlerin davul, bando çalması caizdir. (K. Saadet s.326)

İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİ’NİN HAYATI, KİŞİLİĞİ, ÖĞÜTLERİ

İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. İsmi Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed’dir. Künyesi Ebû Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslâm ve Zeyneddîn’dir. Gazâlî nisbesiyle meşhurdur. Müctehîddi. İctihâdı, Şâfiî mezhebine uygun oldu.

İran’ın Tûs şehrinin Gazal kasabasında 1058 (H.450)de doğdu. Babası fakir ve sâlih bir zâttı. Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder ve hizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatını dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlâd vermesini yalvararak isterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı. Vefâtının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazâlî’yi ve diğer oğlu Ahmed’i hayır sâhibi ve zamânın sâlihlerinden bir arkadaşına, bir miktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:

“Ben kendim, âlim bir kimse olamadım. Bu yolla kemâle gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardım etmenizdir. Bıraktığım bütün para ve erzakı, onların tahsîline sarf edersin!”

Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babasının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişme ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; “Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım. Ben fakirim param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çâreyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devâm etmenizde görüyorum.” dedi. Bunun üzerine iki kardeş medreseye gittiler ve yüksek âlimlerden olmak saâdetine kavuştular.

İmâm-ı Gazâlî, çocukluğunda fıkıhtan bir miktarını kendi memleketinde okudu. Sonra Cürcan’a gitti. İmâm Ebû Nasr İsmâilî’den bir müddet ders aldı. Sonra Tûs’a döndü. Cürcan’dan Tûs’a dönerken başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır: “Bir grup yol kesici karşımıza çıktı. Yanımda olan her şeyimi alıp gittiler. Arkalarından gidip kendilerine yalvardım. Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin. Reisleri; “Onlar nedir? Nasıl şeylerdir?” diye sorunca; “Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim, gurbetlere gittim. Filan yerdeki birkaç tomar kağıtlardır.” dedim. Eşkıyâların reisi güldü; “Sen o şeyi bildiğini nasıl iddiâ ediyorsun, biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun.” dedi ve onları bana geri verdi. Sonra düşündüm, Allahü teâlâ yol kesiciyi beni îkâz için o şekilde söyletti, dedim. Tûs’a gelince üç yıl bütün gayretimle çalışarak, Cürcan’da tuttuğum notların hepsini ezberledim. O hâle gelmiştim ki, yol kesici önüme çıksa, hepsini alsa, bana zararı dokunmazdı.”

Memleketinde geçirdiği bu üç seneden sonra, tahsiline devâm etmek için o zamânın büyük bir ilim ve kültür merkezi olan Nişâbur’a gitti. Zamânın büyük âlimlerinden olan İmâm-ül-Harameyn Ebü’l-Meâlî el-Cüveynî’nin talebesi oldu. Üstün zekâsını ve çalışkanlığını gören hocası ona yakın alâka gösterdi. Burada usûl-i hadîs, usûl-i fıkıh, kelâm, mantık, İslâm hukuku ve münâzara ilimlerini öğrendi. Ebû Hâmid er-Rezekânî, Ebü’l- Hüseyin el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmâilî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimleri belli başlı hocalarıdır.

Nişabur’da tahsilini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyât hâmisi olan Selçuklu vezîri üstün devlet adamı Nizâmülmülk’ün dâveti üzerine Bağdat’a gitti. Nizâmülmülk’ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamânın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin ilminin derinliğine ve meseleleri îzâh etmekteki üstün kâbiliyetine hayran kaldıklarını îtirâf ettiler. O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensupları, onun yüksek ilmi ve en zor, en ince mevzuları en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve îzâh etme kâbiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perişân oluyorlar ve tutunamıyorlardı. Bu sırada otuz dört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu veziri Nizâmülmülk, şimdiki tâbirle, onu Nizâmiye Üniversitesi rektörlüğüne tâyin etti. Bu üniversitenin başına geçen İmâm-ı Gazâlî hazretleri, üç yüz seçkin talebeye lüzumlu olan bütün ilimleri öğretti. Yetiştirdiği talebelerin had ve hesabı yoktu. Ebû Mansûr Muhammed, Muhammed bin Es’ad et-Tûsî, Ebü’l-Hasan el-Belensî, Ebû Abdullah Cümert el-Hüseynî talebelerinin meşhurlarındandır. Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizâmiye Üniversitesinde bulunduğu yıllarda, Kitâbü’l-Basît fil-Fürû, Kitâb-ül-Vesît, El-Veciz, Meâhiz-ül-Hilâf adlı kitaplarını yazdı.

Ayrıca İsmâiliyye adındaki sapık fırkanın görüşlerini çürütmek için Kitâbu Fedâihil-Bâtınıyye ve Fedâil-il-Müstehzariyye adlı eserini yazdı. Yine bu sırada Rumcayı öğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak için eski Yunan ve Lâtin filozoflarının kitaplarının aslı üstünde üç sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnâsında ve netîcesinde felsefecilerin maksatlarını açıklayan Mekâsid-ül Felâsife kitâbı ile felsefecilerin görüşlerini reddeden Tehâfüt-ül-Felâsife kitâbını yazdı. Avrupalı filozoflar, o asırda dünyânın tepsi gibi düz olduğunu iddiâ ederek, ilimlerini ve felsefelerini böyle yanlış bilgiler üstüne kurarken, İmâm-ı Gazâlî hazretleri dünyânın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tâzelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını bu işte dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi ile sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitaplarında yazdığı gibi, delillerle ispat etti. Ayrıca diğer fen ilimlerinde de Avrupalıların bilmedikleri doğru bilgilere kitaplarında yazıp yer verdi.

İmâm-ı Gazâlî hazretleri, felsefecilerle ilgili bu çalışmalarını El-Munkızu Aniddalâl kitabında şöyle anlatmaktadır:

“İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikâyesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhâd damgasını vurmak lâzımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyûn, Tabîiyyûn ve İlâhiyyûn olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Dehriyyûn sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler, bunlar zındıktır. Tabîiyyûn; bunlar da âhiretin mevcûdiyetini kabul etmediler. Cenneti Cehennemi, kıyâmeti ve hesâbı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktır. Üçüncü sınıf olan İlâhiyyûn, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle berâber peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır.

İmam-ı Gazâlî hazretlerinin felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve îtikâdlarına, felsefe karıştıran sapık fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını işiten bir takım kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler ise aklı kullanmakla berâber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmânı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için îmân odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi îmân olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, filozof değil müctehiddir. Zâten İslâmiyette felsefe ve filozof olmaz. İslâm âlimi olur. İslâm dîninde felsefenin üstünde İslâm ilimleri, filozofun üstünde de İslâm âlimleri vardır.


İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bu çalışmalarından sonra, yerine kardeşi Ahmed Gazâlî’yi vekil bırakarak Nizâmiye Üniversitesindeki görevine ara verdi ve Bağdat’tan ayrıldı. Çeşitli ilmî çalışmalar ve seyâhatler yaptı. Şam’da kaldığı iki yıl içinde en kıymetli eseri İhyâu-Ulûmiddîn’i yazdı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Burada Bâtınî denilen sapık fırkaya karşı Mufassıl’ul-Hilâf, Cevâb-ul-Mesâil ve Allahü teâlânın Esmâ-i Hüsnâ denilen isimlerini anlatan El- Maksad ül-Esmâ adlı eserini yazdı. Kudüs’te bir müddet kaldıktan sonra hacca gitti. Haccını müteakiben Bağdat’a döndü. Nizâmiye Üniversitesinde, Şam’da yazdığı İhyâ’sını kalabalık bir talebe kitlesine ders olarak okuttu. Bu seferki tedris hayâtı uzun sürmedi. Doğduğu yer olan Tûs’a gitti. Burada yine Bâtınîlere karşı Ed-Dercülmerkûm kitabı ile El-Kıstâs-ul-Müstakîm, Faysal-ut-Tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasîhât ül-Mülûk ve Et- Tibr-ul-Mesbûk adlı kıymetli eserlerini yazdı. On sene kadar süren bu hizmetlerinden sonra Selçuklu veziri Fahr-ül-Mülk’ün ricâsı üzerine bir müddet daha Nizâmiye Üniversitesinde ders verdi. Tasavvufu anlatan Mişkât-ül-Envâr adlı eserini de bu sırada yazdı.

İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin tasavvufta mürşidi, Silsile-i zehebin büyüklerinden olan Ebû Ali Fârmedî hazretleridir. Onun huzûrunda kemâle geldi. Zâhir ilimlerinde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf ilimlerinde (evliyâlık ilimlerinde) de mürşid (yol gösterici) oldu. Her iki ilimde, Peygamberimizin vârisi oldu. Kısa bir müddet daha Nizâmiye Üniversitesinde ders verdikten sonra doğduğu yer olan Tûs’a döndü. Elli beş sene gibi kısa bir ömür süren İmâm-ı Gazâlî hazretleri, ömrünün son yıllarını Tûs’ta geçirdi. Burada evinin yakınına bir medrese ve bir de tekke yaptırdı. Günleri insanları irşâd etmekle geçti. Elli yaşını aştığı bu sıralarda El-Munkızu Aniddalâl, fıkhın kaynaklarına (Usûl-i fıkha) dâir El-Mustesfâ ve selef-i sâlihîne (Ehl-i Sünnet îtikâdına) tâbi olmayı anlatan İlcâmü’l-Avâm an İlm-il-Kelâm adlı eserlerini yazdı.

İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin yaşadığı devirde İslâm âleminde siyâsî ve fikrî bakımdan büyük bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Bağdat’ta Abbâsî halîfelerinin hâkimiyeti zayıflamaya yüz tutmuştu. Bunun yanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nüfûzu artıyordu. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bu devletin büyük hükümdârları Tuğrul Beyin, Alparslan’ın ve Melik Şahın devirlerini yaşadı. Melik Şahın kıymetli veziri Nizâmülmülk, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamânın parlak ilim ocakları olan İslâm üniversitelerini açıyordu. İmâm-ı Gazâlî hazretleri 23 yaşındayken doğuda Hasan Sabbah ve adamları, sapık yollardan olan İsmâiliyye fırkasını yaymaya çalışıyorlardı. Mısır’da Şiî Fâtımî Hânedânı çökmeye başlamış, Avrupa’da ise Endülüs İslâm Devleti gerilemeye yüz tutmuştu. Mukaddes toprakları Müslümanlardan almak için ilk Haçlı seferleri de İmâm-ı Gazâlî hazretleri zamânında başlamıştı. Bunlardan birincisi olan Haçlı seferine katılan Haçlılar, Anadolu Selçuklu Hükümdârı Birinci Kılıç Arslan’ın üstün gayret ve kahramanlıklarına rağmen 600 binden 40-50 bine düşmek pahasına da olsa, Anadolu’yu geçmiş, Torosları aşmış, Antakya’yı ve bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirmişlerdi (1096).

İslâm âlemindeki bu siyâsî karışıklıkların yanında bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bunlar; Müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için çok uygun bir zemin teşkil ediyordu. Müslümanlar arasında îtikât birliği sarsılmış, düşünce ve fikirlerde ayrılıklar meydana gelmişti. Bir taraftan eski Yunan felsefesini anlatan kitapları okuyarak yazılanları İslâm inançlarına karıştıranlar, diğer taraftan Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin mânâsını değiştirerek ve kendi bozuk düşüncelerini katarak açıklamaya kalkışan Bâtınîler ve Mûtezile ile diğer fırkalar İslâm îtikâdını bozmaya çalışıyorlardı. Bunlara karşı Ehl-i sünnetin müdâfaasını üslenmiş olan İslâm âlimlerinin başında aklî ve naklî ilimlerde zamânın en büyük âlimi, müctehid ve asrın müceddîdi olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri geliyordu.

O, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştirdi, bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve Müslümanların bunlara aldanmamaları için okuyacakları kıymetli kitaplar yazdı. Üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle ezbere bilen ve Hüccetül-İslâm adıyla meşhur olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri, İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sâhibiydi. Hadis ve Usûl-i Hadîs ilimlerinde ilim deryâsı olan bu büyük âlimin kitaplarında mevdu hadîs var diyerek, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinde eksiklik aramak, ilmin hakîkatını, İslâm âliminin derecesini bilmemektir. Zamânında yaşayan ve sonra gelen âlimler onun kitaplarını senet kabul etmişler ve netîcede İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kitaplarını ancak mezhepleri kabul etmeyenlerin dinde reform yapmak için uğraşanların beğenmediklerini bildirmişlerdir.

İmâm-ı Gazâlî hazretleri H.505 (M.1111) yılının Cemâzilevvel ayının 14. Pazartesi günü büyük kısmını zikir ve tâat ve Kur’ân-ı kerîm okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: “Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım gözüm üzere olsun.” dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, rûhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beytler yazılıydı:

Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma,
Şöyle söyle, üzülen o din kardeşlerime:
“Sanmayınız ki, sakın ben ölmüşüm gerçekten,
Vallâhi siz de kaçın buna ölüm demekten.”


Ben bir serçeyim ve bu beden benim kafesim.
Ben uçtum o kafesten, rehin kaldı bedenim.

Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız.
Biz gittik. Biliniz ki, sırada siz varsınız.

Son sözüm olsun, “Aleyküm selâm” dostlar.
Allah selâmet versin, diyecek başka ne var?

İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kendisini mezârın içine Şeyh Ebû Bekr en-Nessâc koysun, diye vasiyet etmişti. Şeyh bu vasiyeti yerine getirip mezardan çıktığında hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Oradakiler “Size ne oldu?.. Niçin böyle sarardınız, soldunuz efendim?..” dediler. Cevap vermedi. Israr ettiler, gene cevap vermedi. Yemin vererek tekrar ısrarla sorulunca, mecbur kalarak şunları anlattı:

“İmâmın nâşını mezâra koyduğum zaman, Kıble tarafından nurlu bir sağ elin çıktığını gördüm. Hafiften bir ses bana şöyle seslendi. «Muhammed Gazâlî’nin elini, Seyyidü’l Mürselin Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemin eline koy.» Ben denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin sararmış, solmuş olmasının sebebi budur. Allah ona rahmet eylesin.”

İmâm-ı Gazâlî hazretleri asrının müceddidi olup, din bilgilerinden unutulmuş olanlarını meydana çıkarmış, açıklamış ve herkese öğretmişti.

İmâm-ı Gazâlî hazretleri, zamânındaki devlet adamlarının ikrâm ve iltifâtlarına kavuşmuştu. Onlara zaman zaman nasihat ederek ve mektup yazarak hakkı tavsiye etmiş, Müslümanların huzûr ve refâhı için duâ etmiştir.

Bunlardan Selçuklu Sultânı Sencer’e nasihat için aşağıdaki mektubu yazmıştır:

“Allahü teâlâ İslâm beldesinde muvaffak eylesin, nasîbdâr kılsın. Âhirette ona, yanında yeryüzü pâdişâhlığının hiç kalacağı mülk-i azîm ve âhiret sultanlığı ihsân etsin.

Dünyâ pâdişâhlığı, nihâyet bütün dünyâya hâkim olmaktan ibârettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.

Cenâb-ı Hakk’ın, âhirette bir insana ihsân edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilâyetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedî sultanlık ve saâdet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrûr olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği pâdişâhlıktan başkasına aldanma.

Bu ebedî pâdişâhlığa (saâdete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir gün adâlet ile hükmetmek, altmış senelik ibâdetten efdâldir.” Mâdem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsân etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamânımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adâletle iş yapmak, altmış yıl ibâdetten efdâl olacak dereceye varmıştır.

Dünyânın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünyâ kırılmaz altın bir testi, âhiret de kırılan toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedî olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünyâ, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Âhiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyâya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misâli iyi düşününüz ve dâimâ göz önünde tutunuz...”

"İLAÇ GİBİ RADYO" BUNLAR

-İmana Karşı- “İlaç Gibi Radyo” Bunlar…

Bu sayfada mümkün olduğu kadar yorum yapmayıp, sizi konunun “kahramanları”nın sözleriyle baş başa bırakmak istiyorum. Çünkü fazlaca yoruma hacet bırakmayan, yine çok vahim bir konuya değineceğim. İstatistiksel olarak bakıldığında %99’unun Müslüman olduğu söylenmesine rağmen, “Allah/yaratıcı yoktur, kainattaki her şey kendiliğinden, tesadüfen var oldu, sonra da evrimleşti" diyerek İslamiyet’i ve hatta tüm dinleri toptan inkar eden evrim teorisinin doğru olduğunu söyleyen gazetelerin günlük tiraj toplamlarının 2 milyon 800 bini bulduğu ülkemizde, basındaki bu vahim tablonun bir benzerine maalesef radyoculukta da rastlamaktayız. Sözde bilimsel kılıfa sarılmış çocukça yalanlardan ibaret olan evrim teorisi, herhangi bir yaratıcının varlığını inkar ederek biz Müslümanlar’ın ilahı olan Allah(cc)’a küfrederken, diğer taraftan bugün ülkemizde nüfus cüzdanının din hanesinde “İslam” yazan kimi şarkıcılar ise, kendilerini dinleyenlerin %99’unun Müslüman olduğu kitlenin ilah olarak tanıdığı yüce Allah(cc)’a hiç utanmadan, sıkılmadan ve korkmadan –haşa- “unutkan”, “kör”, “sağır” küfürlerini edebilmekte, O’na ortak koşabilmekteler. Sözlerini okuduğunda Müslüman bir kişiyi derhal dinden çıkaran küfürlerden oluşan bu şarkılara pek çok müzik türünde rastlanabilmesine karşın, en çok arabesk müzikte rastlanmaktadır ve işin vahim tarafı; aşağıdaki küfürlerin hemen hemen her gün yayımlandığı Kral FM, şu an %33.7 dinlenme oranı ile Türkiye’nin en çok dinlenen 2. radyosudur. “İlaç gibi radyo” sloganı ile esasında yayımladığı küfürlü şarkılar nedeniyle “İmana karşı ilaç gibi radyo” çağrışımı yapan radyonun bir diğer sloganı ise “Önemli olan dinlemek değil, aşılamak”. Yani önemli olan; aşağıdaki küfürleri daha çok insanın dinlemesine, mümkünse küfürlü şarkıları söyleyerek dinden çıkmalarına vesile olmak! Sözlerini okuyan Müslüman’ların imanlarını gideren şarkıları her gün çalan Kral FM’in bir diğer marifeti ise “Bir tanrıya taptım, bir sana taptım” gibi şirk(Allah’a ortak koşma) sözleri içeren şarkıları söyleyen şarkıcılara “İmparator”, “Baba”, “Kraliçe” gibi sözde onurlandırıcı lakaplar yakıştırması.

Lafı daha fazla uzatmadan, gelelim bugün her arabesk müzik radyosunda çalınan, fakat aslında şeytanın bile ağzına almayacağı, imanı gideren küfürlü şarkı sözlerine. Evet, aşağıdaki şarkı sözlerini en büyük düşmanımız olan şeytan bile söylemez, çünkü: “… Şeytan insana, “İnkar et” der; insan inkar edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.”(Haşr Suresi-16)

ARABESK MÜZİK, KÜFÜRDE BAŞI ÇEKİYOR

Aşk olmasaydı böylesine yanmazdım,
Senden bir melek yaratıp, secde edip kalmazdım.(Orhan Gencebay)

sözleri “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin”(Hud-26) vb. ayetleri inkar etmektedir.
-
"Ne yaptın deme lan Allah’sız,
Sana taptım, taptım, taptım, taptım be yav."(Hakkı Bulut)

Bu adi şirk(Allah’a ortak koşma) sözleri her ne kadar açıklamaya lüzum bırakmasa da “…Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır…”(Hud-2) vb. pek çok ayeti inkar eden bir şirk olduğunu belirtelim.
-
Ben seni sevmekten başka ne yaptım,
Bir tanrıya taptım, bir sana taptım. (İbrahim Tatlıses)

sözleri yine “(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz…”(Fatiha-5) vb. ayetleri inkar eden bir şirktir.
-
Tanrımdan sonra sen, taptığım diyorsam (Orhan Gencebay) : Şirk

Ben sana öylesi taptım inan (Ebru Gündeş) : Şirk
-
Madem unutacaktın,
Beni neden yarattın? (Ebru Gündeş, İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses)

Yaratıcısına –haşa- “unutkan” diyebilecek kadar alçalabiliyormuş demek ki insan!
-
Kuluna kul oldum, severek taptım. (Rober Hatemo, Selami Şahin) : Şirk

Benim sana yaptığım canım,
Aşk tadında ibadet. (Ebru Gündeş) : Şirk

Secde ettim aşka taparcasına,
Uğrunda tanrının yolundan oldum. (Müslüm Gürses) : Şirk

Ne olursun tanrım etme bu kadar,
Hem yaratıyorsun, hem unutuyorsun. (Selahattin Özdemir) : Yine adi bir küfür.

Kula kul olmak var sevda yolunda,
Aşkım iman demek tanrı katında. (Müslüm Gürses) : Şirk
BUNLAR DA KLASİK/POP MÜZİKTEKİ KÜFÜR ÖRNEKLERİ

Ben imkansız aşklar için yaratılmışım. (Erol Evgin)

Oysa bizi yaratan, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zâriyat-56) buyurdu.
-
Seni sevmek ibadetim. (Erol Evgin) : Şirk

Tanrı unutmuş olsa da… (Sertab Erener) : Küfür

Duy bizi tanrım, duy da yardım et
Duy bizi tanrım, gör bizi tanrım (Soner Arıca)

Beni de gör ya Rabbim
Gör de bak ne haldeyim (Gökhan Özen)

Oysa bizi yaratan, “…Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”(Bakara-
181) buyurdu.
-
İlahımsın, sevdiğimsin,
Sen benim her şeyimsin.(Tanju Okan) : Bu şirk sözleri, bir insanın geride bırakabileceği en çirkin miras.

Şimdi bir bakalım yüce Allah, kendisine ortak koşarak iftira atanlar hakkında neler buyurmuş kutsal kitabımızda.
“Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir…”(Tevbe-28)

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan(günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.”(Nisâ-48)

“Onları tümüyle(mahşere) toplayıp da Allah’a ortak koşanlara, “Nerede, ilah olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarınız?” diyeceğimiz günü hatırla”(En’âm-22)

“Kıyamet günü Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir…”(Zümer-60)

SONUÇ: HER HARAMDA BİR PİSLİK BULUNUR

100 sene önce bu toprakları bizlere kazandırmak, küfrün hakimiyetine engel olmak için fedakarca, gözünü kırpmadan “Allah Allah” diye savaşıp canlarını veren kahramanların torunlarının bugün radyolarından, hoparlörlerinden o cephelerde adını anarak yardım istenen Allah’a edilen küfürler ve şirk sözleri yükseliyor. Atalarının kemiklerini sızlatanlara yazıklar olsun!

Yüce Allah(cc), bir şeyi haram etmişse o şeyin altından mutlaka bir pislik ya da insana zararı dokunan bir şey çıkıyor. Sitemizin “Müzik” bölümünde haram oluşu ayrıntılarıyla ve kanıtlarıyla anlatılmış olan çalgıların eşlik ettikleri şarkıların altından ne pislikler çıktığını bu sayfamızda görerek şahit olduk. Allah(cc) korusun, yukarıdaki ve benzeri küfür içerikli şarkıları söyleyen ya da geçmişte söylemiş bir insanın, imansız ölmemek için derhal bu suçundan dolayı tevbe etmesi, iman tazelemesi gerekir. Ayrıca mümkün olan en kısa zamanda çalgı aletlerini dinlemeye de tevbe edip, buna kesin bir son vermek gerekir. Küfürlü ve ahlaksız söz içermeyen şarkıların çalgı aleti olmadan söylenmesi ve dinlenmesinde bir mahzur olmadığı güvenilir fetva kitaplarında yazılıdır. Yine Peygamberimiz(SAV)’i öven sözler içermesi nedeniyle bir tür ibadet hükmünde olan ilahilerin asla çalgılı olarak dinlenmemesi gerektiği, bunun haramı ibadete karıştıran bir Hristiyan adeti olduğu “İlahi Dinle”-Me! bölümümüzde ayrıntılarıyla açıklandı. Şimdiye kadar müzikle, çalgı aletleriyle okunan şarkılarda reel olarak bulunan, yani aşikar olarak duyulan küfür vb. pisliklerden bahsettik. Oysa çalgı aletlerinin haram kılınmasının özellikle bu zamanda çoğu kimseler tarafından daha zor anlaşılabilecek manevi yönü de bulunmaktadır. Bu konuyu ise “Çalgı Yasağının Manevi Yönü” sayfamızda ayrıntılarıyla açıkladık. Bütün bu kanıtlı bilgilerden sonra çalgı dinleyip dinlememek konusunda karar insanlara kalıyor, bizim yaptığımız sadece hatırlatmak.

"İLAHİ DİNLE" - ME!

Bazı internet sitelerinde bilgisayara indirilebilen ya da site içinde dinlenebilen çalgılı ilahiler, “İlahi Dinle” linki ile veriliyor. Biz de diyoruz ki, “dinlenmesinin haram oluşu tüm İslami kaynaklarda bildirilmiş olan çalgı aletleri ile okunan ilahileri sakın dinleme!”. Peygamberimiz(sav)’i öven sözlerden oluşması nedeniyle ibadet hükmünde olan ilahilerin çalgı aletleri ile okunması, haramı ibadete karıştıran bir bid’attir(dine sonradan sokulan şey). Bu vahim konuyu, Mehmet Oruç’un “Müziği Dine Sokmak” başlıklı yazısından yapacağımız alıntı ile biraz daha açalım.

“Hızlı ve sinsi bir şekilde dinin içine müzik sokulmaya çalışılıyor. Çünkü dini bozmanın en kolay yollarından biri budur. Hıristiyanlığı aslından uzaklaştıran önemli unsurlardan biri de kiliselere müziğin sokulmasıdır. İslamiyet’i de Hıristiyanlığın durumuna düşürmek için müziğe ağırlık verilmektedir…

Şapla şeker karıştı. Eskiden saflar ayrı ve netti. Kim ne yaptığını biliyordu. İçki içen meyhaneye, eğlenecek olan eğlence yerine, ibadet edecek olan da camiye giderdi. Haram işleyen de günahını bildiği için üzülürdü. Yaptığını meşru görmediği için de küfre düşmezdi. Şimdi her şey birbirine karışmış durumda. İbadet mi yapıyor, eğleniyor mu belli değil. Bütün bunlar müziği ve haramları meşrulaştırmanın, haramı helali birbirine karıştırmanın, yani “Dini sulandırma projesi”nin bir parçasıdır. Görünüşe bakıldığında bu davranışlar halkın cahilliğine veriliyorsa da, bu o kadar basit bir olay değildir. Müslümanlar bu hâle planlı bir şekilde, belli bir proje doğrultusunda getiriliyor. Bu projenin içeride ve dışarıda bayraktarlığını yapan pek çok kimse var…”(Mehmet Oruç)

İŞTE İLAHİLERİ ÇALGI İLE OKUMANIN SONU: ALLAH KELAMI OLAN BİR AYET, ÇALGILARLA ŞARKI YAPILDI!

“Yok artık” dediğinizi duyar gibiyim fakat maalesef okuduğunuz yazı gerçek. Kendi yaratıcısına “unutkan”, “kör”, “sağır” gibi açıkça küfretmekten, Allah’ın yarattığı aciz bir kula “ilahım” diyerek Allah’a şirk koşmaktan çekinmeyen şarkılara imza atılan bu ülkede maalesef biz Müslümanlar’ın kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinin, orijinal Arapça metni ile sözde “ilahi” adı altında çalgılı olarak şarkı gibi okunması adiliğine de imza atıldı. Peygamberimiz(sav)'in 1400 sene önce bildirdiği, Kur'an-ı Kerim'in çalgılarla şarkı gibi okunacağı haberi maalesef yine bu ülkede gerçekleşti. Ayetleri çalgı ile okumanın da diğerleri gibi bir başka küfür olduğu, islam alimlerinin kitaplarında yazılıdır. Bu konuyla ilgili hadis-i şerifler ve diğer kaynaklarda geçen bilgileri yazının sonunda bulabilirsiniz.
Açıkçası bunca küfrün açıktan edildiği bir ülkede başımıza taş yağmadığına hayret ediyorum. Çalgı aletlerini bir ibadethane olan kiliseye sokup orada çalgılı ilahiler okuyarak kiliseyi eğlence yerine çeviren Hristiyanlar bile, bugüne dek tahrif edilmiş(aslı değiştirilmiş) İncil’de yer alan herhangi bir ayeti çalgılarla söyleyerek şarkıya çevirmemişken, bizde “İslami Müzik” gibi saçma ve uydurma bir kelimeyi kullanarak çalgılı ilahi okuyan bazı kendini bilmezler, “O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’tır…” mealindeki Haşr Suresi’nin 22. ayetini orijinal Arapça metniyle “Huvallahullezi” adı ile ilahi yapıp, bir de bunu çalgılarla şarkı gibi söylüyorlar. Masonun, ateistin, satanistin yapmadığı, hani “şeytanın bile aklına gelmez” dedirten böyle bir adiliğe ne yazık ki bu topraklarda imza atıldı. 100 sene önce cephede, koynunda Kur’an-ı Kerim taşıyarak o kitabın bu topraklarda ayaklar altında çiğnenmesini, Türk tarihinden silinmesini önlemek için savaşanların torunları bugün o kitabın ayetlerini çalgılarla şarkı gibi söylüyor, yine maalesef nüfus cüzdanının din hanesinde "İslam" yazılı olan başka kendini bilmezler de bu adiliği bön bön dinliyor ve hatta buna para ödüyor! Aslında işin püf noktası, bu para mevzusunda saklı. Allah'ın ayetini şarkı gibi söyleyenler güya hayır için yapmıyorlar o yaptıklarını, para kazanmak için yapıyorlar. İşledikleri suça para ödenmese sürdüremezlerdi bugüne kadar yaptıklarını. Elbette aynı durum arabesk ve diğer müziklerdeki küfürlü şarkıları okuyanlar için de geçerli. Uzun sözün kısası, bugün birileri ister ilahi, ister arabesk, türü ne olursa olsun küfür içerikli şarkılar söylüyorlarsa işledikleri bu suçun altında, onlara para ödeyerek destek olanların da dolaylı olarak imzası bulunmaktadır. Konu dışı olsa da, aynı durumun Allah'ı inkar eden evrim teorisini savunan gazeteler ve ödediği paralarla bu gazeteleri ayakta tutarak küfürlü yayınların devam etmesinde katkısı bulunanlar için de geçerli olduğu hemen akla geliyor. Konuyu fazla dağıtmadan, ayetleri çalgı aletleriyle okumanın küfür olduğunu bildiren kaynaklardan alıntılarla yazımızı sonlandıralım.
"Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur'an okuyan kâfir olur."(Tergib-üs-salât)
-
"İlahileri çalgı ile, ney çalarak okumak bid'attir. Harama helal diyen ve haramı ibadete karıştıran kâfir olur."(S.Ebediyye)
-
Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.(Dürr-ül Mearif)
-
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah(sav) Efendimiz, geldiği bir evde küçük zenci kızları(cariyeler) def çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullahı övmeye başladılar. Resulullah(sav) Efendimiz, "Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin. Beni övmek(mevlid, ilahi) ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir" buyurdu.(K. Saadet)
-
Aşağıdakiler de konuyla ilgili hadis-i şeriflerdir.
"Şunlar gelmeden önce salih amel işlemekte acele edin.
...
Kur’an mizmarlar(çalgılar)dan okunmadan, Kur’an'ı şarkı gibi okuyanlar öne geçmeden."[Taberani]
-
"Kur'an'ı mizmarlardan okuyanlara Allah lanet eder."[Müsamere]

ÇALGI YASAĞININ MANEVİ YÖNÜ

Çalgı aletlerinin çalınmaları ve dinlenmelerinin haram oluşunun hikmetini anlayabilmek için öncelikle “Nefs Nedir?” konulu yazımızın mutlaka okunması, nefsin mahiyetinin çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Nefsin mahiyetini tam olarak anlayamamış olan, insanın ruhundan ayrı olarak bir de kendisine kötülük/günah konusunda sürekli fısıldayan bir nefse sahip olduğu gerçeğini bilmeyen ya da görmezden gelen bir insanın, çalgıların haramlığı konusunu algılamasına imkan yoktur.

Çoğu insan, çalgı aleti dinlemekten aldığı keyfi, kendi ruhuna bir şifa, bir rahatlama olarak algılar. Oysa “Nefs” konulu yazımızda bunun, insanın kalbinde meydana gelen bir yanılma olduğunu anlatmıştık. Alınan bu zevk, aslında insanın en büyük düşmanı olan, kendisini sürekli günahlara sevk eden nefsini besleyen zehirli bir gıdadır
: “Kalp, ruh ile nefs arasındaki bir köprü gibidir. Kalp, his organlarına da bağlıdır. His organları ne ile meşgul olursa, kalp ona bağlanır. İnsan güzel bir şey görünce, güzel bir ses duyunca, kalp bunlara bağlanır. Ruha veya nefse tatlı gelenleri sever. Bu sevgi insanın elinde olmaz. “Güzel, tatlı” demek, kalbe güzel, tatlı gelen şey demektir. İnsan, çok defa hakiki güzelliği anlayamaz. Nefse güzel gelen ile, ruha güzel geleni karıştırır.

Müzik sesi, çalgı aletlerinden dökülen notalar, her insanın kulağına hoş gelebilecek özelliktedir. Bu seslerin verdiği keyfin, insanın ruhuna değil, düşmanı olan nefsine hitap ettiğini, onu besleyip güçlendirdiğini idrak edebilmek için başta da belirttiğimiz gibi öncelikle kişinin nefsini bilmesi ve sonra da yeterli düzeyde idrak kabiliyetine, temiz bir kalbe sahip olması gerekir. "Temiz kalp"ten kastımız; işlediği günahları ısrarla sürdürmeyen ve onlardan pişmanlık duyan, günah kirlerinin uzun bir süre boyunca karartmadığı, hiç olmazsa kendisine verilen tavsiyeleri umursamayacak kadar kararmamış bir kalptir. Uzun süre çalgı aleti dinlemenin kalbi karartacağını bildiren İmam-ı Gazali, bu konuda şunları yazmıştır:

“…Kalbi hasta olanın(Allah’tan başka şeye bağlananın) nefsi azar, çalgı dinleyince haram işleme arzusu artar. Musikiden ruh değil, Allah-u Teâlâ’nın düşmanı olan nefs lezzet alır. Zavallı ruh, nefsin elinde esir olduğu için, kendi lezzeti sanır. Musikinin tadı, zehirli bala, yaldızlanmış pisliğe benzer. Hasta olmayan kalbin, helal şeylere olan sevgisini arttıran ve nefsi zayıflatan sesleri dinlemek de, bazı şartlarla mubah olur. Hacca gidecek olanın Kâbe, hac, Mekke, Medine şarkılarını dinlemesi, askerlerin harb, kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubah, hatta sevap olur. Düğün, ziyafet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi gereken yerlerde helal olan ses ile neşelenmek mubahtır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir.“(İhya)

"... Çalgı dinlemek ve her günahı işlemek, nefsi kuvvetlendirir. Salim, temiz kalp, müzikten zevk alamaz. Müzik nefsi kuvvetlendirip, harekete getirip zararlı olur."(Kimya-ı saadet)

"MÜZİK" KELİMESİNİN KAYNAĞI

Müzik kelimesinin, uydurma tanrılara inanılan "mitoloji" hurafesinden geldiğini biliyor muydunuz?

Müzik kelimesi, Yunanlılar'ın büyük putları olan Zeüs’ün kızları sayılan Mousa(Müz) denilen 9 heykelin adından hasıl olmaktadır. Bozuk dinler, kalpleri ve ruhları besleyemediği için, müziğin, her çeşit çalgı sesinin nefslere hoş gelmesi, nefsleri beslemesi, ruhani tesir sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hemen hepsinde müzik, ibadet halini almıştır. Müzik ile, her çeşit çalgı ile nefsler keyiflenmekte, şehvani, hayvani arzular kuvvetlenmektedir. Ruhun gıdası olan, kalpleri temizleyen ve nefsleri ezip, haramlara olan arzularını yok eden ilahi ibadetler unutulmaktadır. Müzik, her çeşit çalgı, insanları alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmaktadır. Böylece, nefsleri azdırarak, sonsuz saadetten mahrum kalmalarına sebep olmaktadır.(S. Ebediyye)
-
"YASAL" UYUŞTURUCULAR ÇÖPE!

Müzik dinleyen, gerçekten de zamanla morfinman gibi olur, dinlemese rahatsız olur. Morfin kullananlar da böyle uyuşturucu almayınca sağa sola saldırıyorlar, içince rahatlıyorlar. Haram olan müzik dinlemekle rahatlamak, nefsin rahatlamasıdır. Nefsin gıdası haramlardır. Haramlardan medet umulmaz. O rahatlamayı mubah yollarda aramalıdır. İmam-ı Beyheki Hazretleri, "Musiki, kalpte nifak hasıl eder" buyurmuştur.

Hitler'e, "Doğuda fethettiğimiz topraklara nasıl bir eğitim tarzı uygulayalım?" diye sorarlar. "Onlara sabahtan akşama kadar hafif müzik dinletin. Onlara düşünme, okuma fırsatı vermeyin. Çünkü manevi derinliği olmayan insanlar kendilerini hep mutlu hissederler" diye cevap verir. Bugün Hitler'in hayalleri gerçekleşmiştir. Günümüzde müzik kültürü bizi istila etmiş durumdadır. İnsanı insan yapan değerler gerilemiş, insanın hissiyatına hitap eden ve taklide sürükleyen araçlar çıkmıştır.

Hemen burada akla "İçkim yok, sigaram yok, bir tek müzik zevkim var, onu da mı bırakayım?" diyecek insanlar geliyor. Onlara, “Şehvetlerinizi(yani nefsin arzularını) haramlardan almamaya uğraşın ve bu cihadda sebat edin, dayanın” ayetini hatırlatıyor, kalp huzuru için haramdan medet ummamalarını tavsiye ediyoruz. Haramların insanlara süslü, çekici gelmesi, bu dünyada yaşadığımız imtihanın bir özelliğidir. Cennet gibi sonsuz, kusursuz bir nimetler diyarına kavuşmak, çocuk oyuncağı değildir elbette. Ona kavuşmak, biraz sabır ve emek ister. Öte yandan kalplerin huzur bulmasının asıl reçetesi yine kutsal kitabımızda yer alan Rad Suresi'nin 28. ayetinde yer almaktadır: "Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur". Allah'ı anma konusunda gaflet içinde kalınsa da, hiç olmazsa Allah'ın yasak ettiğinden kaçınarak hem günahlarla kirlenmiş amel defterimizi daha fazla karartmamış, hem de haramdan kaçınmanın büyük sevabına kavuşmuş oluruz. Kısacık dünyanın geçici, uyduruk zevkleri için sonsuz cennet hayatının "gerçek" nimetlerini, en güzeli ise yaratıcımızı orada gökteki ayı seyreder gibi gözümüzle seyretme nimetini elimizle itmek hiç de akıllı işi değil! Allah(cc) emrettiği için, dahası kendi iyiliğimiz için, yarın değil şimdi, çalgılı tüm müzik eserlerini ait oldukları yere, çöpe gönderelim!