20 Mayıs 2009 Çarşamba

ANA SAYFA



SON EKLENENLER

Facia mı? Katliam mı?

AFİŞ SERGİSİ
Photobucket
Davetlisiniz...

YAHUDİ DOSYASI Photobucket
"Alçakları tanıyalım" diyen "alçakları" tanıyalım!

YAŞASIN BOYKOT KARDEŞLİĞİMİZ! Photobucket
Düşmanının cebine para koymak, şapşallık değil de nedir?

MAHKUM DEĞİLİZ!
Messenger kullanıcıları, artık Microsoft Türkiye'nin rezaletlerini izlemek zorunda değiller...

Sen(a.s.m.) olmasaydın, biz de olmazdık...

UTANÇ TABLOSU
Bu ülkeye bu utanç yeter... Tabii utanması olanlara...

Dikkat! Sayfanın içeriği, normal insan beyninde kalıcı hasara yol açabilir...

KOLA + MENTOLLÜ ŞEKER = ÖLÜM
Kolaların her geçen gün yeni bir rezaletiyle karşılaşıyoruz artık...

Kendi kulağınla duymadan inanmanın zor olduğu vahim bir olay!

KRAL FM GÜLDÜRÜYOR
Çok dinlenen, çok güldüren radyo...

Müziğin her türünü kapsayan, müzikle ilgili hiçbir yerde rastlayamayacağınız kadar geniş, çok çarpıcı bir dosya!

Basınımız yalan arşivimizi sürekli güncellememizi sağlıyor sağolsun(!).

Reklam veren siteleri ziyaret ederek internette hatırı sayılır bir gelir elde edebilirsiniz.

Hergün bedava SMS göndermek için üye olmanız yeterli.

Cahiliye devrine geri dönen bir ümmetin hikayesi ve şok bir belge.

" Sitemizde Google'ın ahlaksız site reklamları yer almamaktadır. Üç kuruş para kazanmak için Google'ın ahlaksız site reklamlarını yayımlayanları buradan kınıyoruz.

Google hesabı olmayanlar, isim ya da rumuz belirtmek şartıyla siteye yorum yazabilirler. İsimsiz ya da imla kurallarına uygun olmayan yorumlar yayımlanmaz.

Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır. Orijinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir. "
Site editörü

1 Ekim 2008'den beri: Term Papers - Term Paper and Research Paper Site

5 Mayıs 2009 Salı

GÖĞÜN AYDINLANDIĞI TEK GECE: 17 AĞUSTOS

Editörün Notu: 17 Ağustos depremiyle ilgili, çeşitli kaynaklarda bahsi geçen aşağıdaki bilgiler hiç de hafife alınabilecek türden değil. Siyonist terör devleti İsrail ve işi gücü dünyanın farklı bölgelerindeki Müslümanların kanını dökmek olan ABD için dünyanın en değersiz şeyinin "Müslüman kanı" olduğunu zaten biliyoruz. Kendi insanlarının yaşayacağı deprem tehlikesini azaltmak için bizim insanımızın üzerinde, katliama dönüşen bir "deney" yapmış olabilecekleri bence hiç de mantıksız değil. Ayrıca "Tesla deprem makinesi" ve "Nikola Tesla" isimlerini ilk kez duyup, bu isimleri komplo teorisyeni bazı paranoyak Türkler'in uydurduğunu düşünenler, internetteki arama sitelerinde "Tesla Oscillator" kelimesini aratsınlar ve karşılarına çıkan yabancı kaynaklı devasa bilgilere bir baksınlar. "Deprem makinesi" diye bir makinenin var olduğundan 2000'li yıllarda biz ilk kez duyup haberimiz olurken, bundan 112 yıl önce birileri o makineyi icat etmiş ve test etmeye başlamıştı bile. Aradan geçen 100 yıl boyunca dünyada yaşanan teknolojik gelişmeleri düşündüğümüzde, o zamanın ilkel deprem makinesinin son yıllarda aşağıda bahsi geçen aşamalara ulaşmış olması hiç de "hikaye" gibi gelmemeli insana. Ayrıca depremden hemen önce göğün, yükselen ışık dalgasıyla aydınlandığının pek çok kişi şahit olmasına rağmen örtbas edilmeye, unutturulmaya çalışıldığı hala hatırımızda...

17 AĞUSTOS

BİLİNMEYEN, BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER


Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde Rütbe Devir-Teslim Törenleri uluslararası olmamasına rağmen İsrail’li subaylar neden geldi?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrail’li Subaylar TSK devir teslim törenlerinin hiçbirine katılmamışlar iken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar?

Ruslar’ın yardım için gelen gemisi neden boğazlardan içeri alınmadı? (Çünkü Ruslar, ABD ve İsrail’in TESLA Deprem Makinesini denediğini anlamıştı ve kanıtlar olabileceği düşüncesi ile Gölcük’e acilen bir gemi göndermişlerdi, fakat patlama sonucunda cesetler ve makine parçalarının açığa çıkması sebebi ile bunları birilerinin görmesini istemiyorlardı.)

Gölcük’ten İstanbul Avcılar’a kadar geniş bir alanda insanlarımız tarafından görülen “Ateş Topu”nun ne olduğunun hala açıklanamaması(HAARP-TESLA Makinesi sayesinde iyonosfer tabakasından yeryüzüne yansıtılan ışık). Depremde görülen bu “Ateş Topu”nun, bilim adamlarının “Deprem Işıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde benzeri bir ışıma yaşanmamıştır?

Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atılmıştı fakat içlerinde en ilginç olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikaye şöyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı mucit Nikola TESLA tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.

ARAŞTIRMA :

ABD’nin üçüncü uzay teleskobu Chandra’yı yörüngeye taşıyan Columbia uzay mekiği 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de fırlatıldı. NASA tarihinde ilk kez kadın pilot Eileen Collins’in komutasında uzay görevine başlayan Columbia, fırlatıldıktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye bıraktı. Bu teleskop kara delikleri, çarpışan galaksileri ve supernovaların kalıntılarını incelemek için kullanılacaktı. Kasım 1998′den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmişti.

ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge, bu amaçla yıllardır sismik casusluk baskısı altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssü’ne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır. Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler: Olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

İsrailliler Amerikalılar’la gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti. Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu, asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket…

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!) İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. (Bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı. Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu. Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900’lerin başından beri Nikola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.) “Neden Türkiye?” diye soracak olanlar içinse; Türkiye’de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?

Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje İsrail’e ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu(Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsrailliler’e, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar? Arz-ı Mev-ud, vaad edilmiş topraklar, Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Biz de “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

Ancak hesapta doğanın (Cenab-ı Allah’ın) oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler unufak olarak dağıldı. (Demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu) (ABD’li ve İsrailli Siyonistler bir insan olarak Cenab-ı Allah’ın doğa olaylarına karışamayacaklarını anlayamamışlardı.)

Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü ona böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi. Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla giden Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabını çektikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri patronları olan ABD-İsrailli Siyonistler’den aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu. CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit “Siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!” demesi gerekir iken, diyemiyordu. Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi.(Bizler de; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlarmış, dedik) ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

Ne yapacaklarını bilmedikleri için, ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta. Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Her şey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

“Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor…
Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi. Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu. Türkiye’de yayınlanan Radikal Gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı. ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”

Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız. Ancak İzmit’te, Gölcük’te, Yalova’da, Halıdere’de, Avcılar’da, Bolu’da, Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında hayatlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuz da mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay

AFİŞ SERGİSİ

RESİMLERİ TIKLAYARAK BÜYÜTEBİLİRSİNİZ

Photobucket


4 Mayıs 2009 Pazartesi

YAHUDİ DOSYASI

Yahudi Dosyası - 1 : Tarihle Başlayan Kavim

Yahudi Dosyası - 2 : "Seçilmişlerin" Yükselişi

Yahudi Dosyası - 3 : Siyonizm Nedir?

Masonluk Ve Türkiye (Ek Yahudi Dosyası)

Bir Cemiyet Olarak Masonluk (Ek Yahudi Dosyası)

YAŞASIN BOYKOT KARDEŞLİĞİMİZ!

-Alıntıdır-

Dev bir kinle bakıyorum sana ey kırmızı COCA COLA kutusu!
Oraya buraya değil tam da bağrıma bağrıma attırdığın bombaların ateşi sarıyor ruhumu!
Düzden bakınca zulüm görüyorum, tersten baktığımda inkarındaki şifreyi!
Zaten ancak bir Siyonist zekasının işi olabilirdi, şişesinde “Mekke ve Muhammed’e Hayır” yazan zehirli böcek sıvılarını Muvahhid Mekke Muhalefeti’ne ve Eşsiz Lider ve Önder Resul Hz.Muhammed’e(s.a.v) sevdalı insanlara içirip sonra buradan gelen Cola-Dolar’larla Müslüman kardeşlerini katletmek iğrençliği…

Ne TANG’ini kabul ediyorum soframa ne CAPPY’ni!
FANTA FANTA FANTA içtiğimde Çanta Çanta Bomba verdiğimi biliyorum lanet olasıca ordularına!
“Susuzluğunu Dinle” diyen sese inat “Filistin’i Dinle” diyor içimden bir ses SPRİTE’ını iterken!

MARLBORO pakedine baktığımda şarjör görüyorum, sigarasına baktığımda M-16 veya Uzi mermisini!
Tek bir dal izmarit ile tek bir merminin maliyetinin de satış rakamının da neredeyse aynı olduğunu öğrendiğimde kalakalıyorum!
”Allah’ım” diyorum! “İçmeyerek kaza edemem, zira on sene içtim, maaş verir gibi para verdim, şu kuluna para nasib et de yolunda harcayıp bari bunlara verdiğim paraları kaza etmiş olayım Ya Rabbim!”
Bu arada sigara içen insanlara da “Onu içmen kadar efkara sebep bişi mi var?” diye soruyorum!
”Dikkat et! Her içtiğin sigarayla bir mermi sıktırabilirsin bak kardeşlerinin kafasına ama” diye ekliyorum “Radikal” damgası yeme pahasına!

Yahudi PHİLİP MORRİS ve diğerlerinin paketlerinin üstündeki aslanlara da,
PEUGEOT marka arabaların üstündeki aslanlara da kafam takılıyor!
Çünkü ben onlara bakınca, Allah’ın Aslanı Hamza’nın katillerini,
Resul’un Aslanı Ali’nin hainlerinin zihniyetlerini görüyorum...
PEUGEOT hızlı kaçarmış… Azap meleklerinin zaman mefhumu bile yokken kim nereye kaçıyor, gülüyorum…

VOLVO dünyanın en güvenlisiymiş... İsrail’e gidecek paraları verip içine binildiğinde direkt ateşe giden araba nasıl güvenli olur merak ediyorum...
En az siyon kardeşlerinin sembolü aslan kadar tehlikeli olduğunu biliyorum NESTLE’nin ambalajındaki güvercinin… NESTLE’nin çikolatasını, gofretini mi yemişim ki NESTLE SU'yunu veya yeni aldıkları Erikli’sini içeyim!

Su demişken; COCA COLA’nın bırak böcek larvalı kolasını, ne TURKUAZ, ne DAMLA SU’yunu içiyorum! Baktım ki ALGİDA’nın arkasında UNİLEVER yazıyor, almam efendim, almıyorum!

Bula bula MAGGİ çorba mı içmişim ki sonrasında LİPTON’unu, NESCAFE’sini zıkkımlanacağım?
NESCAFE’den ve JACOBS’tan çıkan dumanla Gazze’den ve Bağdat’tan yükselenin benzerliğini fark edemeyecek kadar da saf değilim!

Irak, Filistin, Çeçenistan, ordan, burdan değil hiçbir yerden ve hiçbir şeyden verdikleri haberlerinde güvenmiyorum CNN’e, NTV’ye, REUTERS’e!
Huy işte! Hucurat üstü müydü “Hucurat-6” mı ne!

FOX, adı gibi tilkilik yaptı, TGRT’yi alıp Yahudi-Neocon birliğini Türkiye’de bir medya sahibi daha yapmakla…
Malum, sadece iki hafta var HÜRRİYET GAZETESİ ve İSRAİL’in doğum günleri arasında… Rastlantı işte!

NTV’nin ve GARANTİ’nin sahipleri Şahenk’ler de AMERİKAN-İSRAİL ortağı GENERAL ELECTRİC’le el sıkışmışlar bir de…
Duy da inanma...
Oku da inanma...
Evet evet! Budur !
Oku ama asla inanma! Duy ama asla inanma!

Bir de NATIONAL GEOGRAPHIC var ki Darwinizm’in Türkiye Temsilciliği sanki! O da Şahenk’lerin… Seyrettirmiyoruz çocuğumuza Darwin’in “Allah’ı İnkar Teorisi”ni!
NİKE.. LEE… ADİDAS-SOLOMON veya LEVİ’S… Giymiyoruz ve giymeyeceğiz!
UNİLEVER… PROCTER&GAMBLE… JOHNSON&JOHNSON kokmuyoruz ki L’OREAL,VİCHY, LANCOME veya ARMANİ sürünelim!

“Bu TİMBERLAND ile şu DOCKERS çok güzel dururdu üzerinizde” diyen tezgahtara aldırmıyoruz… “TİMBERLAND İtalyan, DOCKERS Alman’dı ama ikisini de Amerikalı Yahudiler aldı ve biz onlardan alışveriş yapıp Müslüman kardeşlerimize ihanet etmiyoruz” diyerek şoktaki tezgahtarı bırakıp dükkandan çıkıyoruz!
Gelirinin tamamına yakınını düzenli olarak İsrail’e gönderen şirketler listesindeki MARKS&SPENCER’a ibretle bakıyorum!

PHİLİPS’ten, IBM’den, NOKİA’dan başka tercih edilebilecek teknoloji kalmadı mı diye düşünüyorum…
Zira, dayanışmaları ve sonuçları gözümüzü yaşartıyor! Kanımızı döküyor! İşte bundan dolayıdır ki;

Müslüman kardeşlerimizle rabıtalarımız baki, muhabbetkar tasavvurları gönüllerimizin bembeyaz listelerinde daimi olmalı ama emperyalist zalimlerin markaları her zaman kara listelerimizde kalmalı!
Bu kara listelerdekilere para ve moral vermiyoruz ve vermeyeceğiz!

YAŞASIN BOYKOT KARDEŞLİĞİMİZ!

“Ali’nin”…”Ömer’in”… “Ahmed’in…” diye marka yapsan gülüp geçecek ümmetin YAKUB’un veya LEVİ’nin veya MC DONALD’ın deyince yağmalarcasına rağbetini anlamıyorum!
Ne Osmanlı Mutfağı diye koca bir sofrası olan kadim milletimin, ne de yetmiş çeşit baharatla yedi yüz çeşit yemek çıkartan Arap kavminin MC DONALD’S ve BURGER KİNG hayırseverliğini çözemiyorum!
Tek bildiğim hamburger arası zulüm yemediğim!
Bir de dalga geçer gibi “Ateş Seni Çağırıyooo” diye kampanya yapıyor elin gavuru da hala yiyor bizim Ayşe veya Ali!

Siz… Biz… Hepimiz… Kardeşlerimize saldıranlara, bacılarımızı kirletmeye çalışanlara para ve moral vermiyoruz ve vermeyeceğiz!

YAŞASIN BOYKOT KARDEŞLİĞİMİZ!

"Alışveriş yapacak bir tek Fransız Yahudileri’nin CARREFOUR’u mu kaldı?" dediğimde arkadaşımın yüzündeki şaşkınlığı unutamıyoruz!
Yoksa bizim ferasetsizliğimizden ve basiretsizliğimizden başka sermayeleri mi var sanıyorsunuz?

Rabbimiz Allah’ın düşmanlarına ve Peygamberimiz Hz.Muhammed(sav)’in inkarcılarına para ve moral vermiyoruz ve vermeyeceğiz!
Bu yaptığımızı da kınayanın kınamasından korkmadan veya şaşıranın şaşkınlığına aldırmadan yapacağız, yayacağız ve tavsiye edeceğiz!

“Az alınmasını" değil “hiç alınmamasını" sağlayacağız!
Biz, para verip sonra bu parayla yakılacak yıkılacak el değil, siyon aslanının pençesini kıracak eliz!

YAŞASIN BOYKOT KARDEŞLİĞİMİZ!

GERÇEKTEN ÖDÜYOR!

"İnternetteki reklam siteleri aldatmaca" diyenlere, aldığım ödemeyi belgeleriyle yayımlayarak cevap veriyorum. 41,60$'lık ilk ödememi aldıktan sonra 210$'lık ikinci ödemem için de talebimi gönderdim.

Siz de benim gibi, kendinizin ve üyelerinizin reklamlara tıklamasıyla para kazanabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

RESİMLERİ TIKLAYARAK BÜYÜTEBİLİRSİNİZ





MAHKUM DEĞİLİZ!

RESİMLERİ TIKLAYARAK BÜYÜTEBİLİRSİNİZ...





İYİ Kİ DOĞDUN EFENDİM



UTANÇ TABLOSU


Müjde! Mart 2009'da “Türkiye’nin tek değişik gazetesi”(Kendilerini öyle tanımlıyorlar) Habertürk çıktı! Daha önce yalan habercilik, muzır neşriyatçılık yapan, atamızın Hz. Adem(as) değil de maymunlar, solucanlar olduğunu yazarak Allah’ın kitabını, yaratıcılığını ve varlığını inkar eden bir evrimci gazete hiç görmemiştik(!), iyi oldu çıktığı(!). Böylece utanç, pardon tiraj tablosunda evrimci gazetelerin günlük tirajı 3.150.000’e ulaşmış oldu! Soyunun solucandan geldiğini yazan gazetenin sözde ilmihal köşesi de kendisine yakışır biçimde; Osmanlı'nın en başarılı padişahlarından olan, Peygamber Efendimiz(sav)'in kendisini "Ne güzel komutan" diye özel olarak övdüğü Fatih Sultan Mehmet'e "ayyaş" demeye cüret eden bir soysuza emanet! Sözde alim geçinen hocanın cahil insanları nasıl küfre düşürdüğü ayrı bir yazı konusu olacağı için o konuya hiç girmiyorum. Habertürk, dergi kalitesinde sayfalara değil, altın yapraklara da basılsa maalesef Türk basınına yeni fakat pis bir kağıt israfı daha eklendiği gerçeği değişmeyecek!
Nüfus cüzdanının din hanesinde "İslam" yazan 3.150.000 kişi, sorulduğunda "İlahım" dediği Allah'ı evrim teorisini savunarak YOK sayan gazetelere her gün para ödüyor!